ATATÜRK VE ERMENİ SORUNU
Sevgili okuyucularımız bir süredir devam ettirdiğimiz “Ermenilerin Türklere Yaptığı Katliama Tarihçi Bakışı ve Ermenilerin yaptığı Çavuşoğlu Samanlığı Katliamı” başlıklı dizilerimiz sona erdi. Şimdi ise söz, bu konuda Ermeni diasporasının sözde soykırım iddialarına en kesin cevabı veren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’te. Yıllar önce Atatürk sözde soykırım iddialarını “Dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz” sözleriyle yanıtlamıştı.
Dünyanın, Ermeni tehciri konusunda Türk devletine karşı haklı bir ithamda bulunamayacağını belirten Atatürk, o dönemde yaşananları, “Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı” sözleriyle anlatmıştı.
Atatürk “Ermeni Sorunu” ve sözde Ermeni soykırımı üzerine nasıl yaklaştığını ve neler yaptığını Nutuk’ta herkesin anlayacağı dilde belirtmiş. Değerli okuyucularımız, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuya bakışını; yaptığımız araştırmalar sonucu Nutuk’tan derlediklerimizle birlikte muhtelif kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve değerli Prof. Dr. Mehmet Saray’ın “Atatürk’ün Konuşma ve Yazışmalarında Ermeni Sorunu” adlı eserinden faydalanarak aktaracağız.
***
1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktığında ülkenin genel durumu ve görünüşünü Nutuk’ta anlatan Mustafa Kemal Atatürk, azınlıklar meselesine de değinir ve şunları söyler:
Nutuk’a göre azınlıklar meselesi:
“Memleketin her tarafından Hıristiyan azınlıklar, gizli veya açıktan açığa, kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar. Bunun için de İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Heyeti illerde çeteler kurarak gösteri, toplantı ve propagandalar yaptırıyordu. Yunan Kızılhaç’ı ve Resmi Göçmenler Komisyonu Mavri Mira Heyeti’ne yardımcı oluyordu. Yine bu Cemiyetin yönetimindeki Rum okullarını, izci teşkilâtları gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyordu.
Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Heyeti ile birlikte çalışıyordu. Ermeni hazırlığı da ’tıpkı Rum hazırlığı gibi’ilerlemekteydi. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul’daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiçbir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışmaktaydılar.”
Mustafa Kemâl Paşa, Rum ve Ermeniler’in bu faaliyetleri karşısında çeşitli kurtuluş çareleri düşünüldüğünü ve bir takım cemiyetler kurulduğunu belirtmektedir. Özellikle Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin faliyetlerinden bahseden M. Kemâl, Ermeniler’in Müslümanlara gaddarca davranmış olduklarının ve Ermeniler’in kötülüklerinin belgelerle tüm dünyaya cemiyet tarafından duyurulacağını belirtmektedir.
24 Nisan 1915’te ne oldu?..
Rus ve İngiliz kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar karşısında Osmanlı hükümeti, herhangi bir önleme başvurmadan önce Ermeni Patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya ve katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirmekle yetinmiştir. Ancak, olaylar durmak yerine giderek yoğunlaşınca, ordunun bir çok cephede savaş halinde bulunması nedeniyle cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğmuştur. Bu maksatla, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni Komiteleri kapatılarak, yöneticilerinden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır.
Meclis’in açılışından 1 gün sonra…
Ve Büyük Atatürk de 23 Nisan 1920’de açtığı Büyük Millet Meclisi’nin bir gün sonrasında yani 24 Nisan 1920’de Meclis’te Ermeni konusunu gündeme getirir.
23 Nisan 1920 büyük Millet Meclisi açılmıştır. Aradan bir gün geçer yani 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa kürsüye gelir ve yaptığı konuşmada “Mütarekeden Meclisin Açılışına Kadar Cereyan Eden Siyasi Gelişmeler” hakkında meclis üyelerine bilgi verirken Ermeni konusu başta olmak üzere Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın İngilizlerle yaptığı yazışmalarında İngilizlerin şu iki isteğine itiraz ettiğini bildirmiştir:
“…İngiliz siyasi temsilcisi İngiliz Dışişleri Bakanlığı adına Hükümetimize
nota verdi. Notada şöyle deniliyordu: Önce, İtilaf devletlerine karşı
başlatılmış olan ve Yunanlıları da içeren eylemleri durdururuz. İkinci olarak, Türkiye’de Ermenilere karşı yapılan katliamdan vazgeçiniz. İşte bu iki önerimizi yerine getirmeniz durumunda İstanbul size bırakılacaktır. Bu iki istek dikkate alınmazsa, barış şartları kötü biçimde etkilenmiş olacaktır. Efendiler, bu öneri elbette ki çok haince ve içtenlikten uzak bir istek idi.
Çünkü her iki öneride de gerçekte yeri olmayan konular üzerinde duruluyordu. Birincisi Yunanlıların da içinde bulunduğu İtilaf Hükümetleri’ne karşı eylemde bulunmamak, saldırıya geçmemek önerisi. Zaten böyle bir şey olmadı. Gerçi Yunan cephesinde, İzmir cephesinde, silahlı ve mevzilenmiş bir takım kuvvetler, milli kuvvetler vardı. Fakat bu, devlet kuvveti, hükümet kuvveti, ordu kuvveti değildi. Belki Yunanlıların, ateşkes hükümlerine uymayan davranışları ve insanlığa karşı dünyada eşine rastlanmayacak biçimde zulmederek, facialar yaratmalarına karşı devletin koruyuculundan yoksun olan milletimizin kendi namusunu, onurunu korumak ve kollamak için silaha sarılmak mecburiyetinden kaynaklanıyordu. İtilaf Devletleri bu masum Müslüman halkının korunmasından söz etmemişlerdi. Sadece onlara saldıran kuvvetin önüne set çekilmemesi gerektiğinden söz edilmişti. Diğer yörelerde bile İtilaf Devletleri’ne hiçbir saldırı yapılmamıştı. Bu nedenle, söz konusu isteğin asıl iç yüzü düşünüldüğünde bunun gerçek olmadığı görülür. Bu olayın tek ve en kesin çözümü, İtilaf Devletleri tarafından Yunanlılara, İslam hayatına, milletin şeref ve namusuna saldırıda bulunmamalarının önerilmiş olması idi. İkinci istek ise, ülke içinde katliam yapılmaması ile ilgiliydi. Ermenilere karşı böyle bir tutum yoktu ve olay doğru değildi.
Memleketimiz gerçeklerini hepimiz biliyoruz. Hangi yörede Ermenilere karşı katliam yapılmıştır veya yapılmaktadır? Birinci Dünya Harbi’nin başlangıcından söz etmek istemiyorum. Aslında, İtilaf Devletlerinin de bahsettikleri doğal olarak geçmişe ait kötü olaylar değildir. Bugün ülkemizde faciaların yaşandığı savunularak, bundan vazgeçmemiz isteniyordu. Kuşkusuz İstanbul’daki Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin bu önerilere karşı cevap vermiş olacağını kabul ediyoruz…”
Atatürk, aynı tarihte, yani 24 Nisan 1920 akşamında Meclis’in gizli oturumunda, Ermeni konusunda, Meclis üyelerine şu açıklamayı yapmıştır:
“Ermenilere gelince: Ermeniler bütün dünyanın fevkalade sahip çıkmasına mazhar olmuş bir vaziyette bulunuyorlar. Siyasi emellerinin tecellisi için nasıl çalıştıkları malumdur. Fakat bugünkü vaziyetler, bizimle temaslarına dair arz edebileceğim noktalar şunlardır: Ermeniler, Erivan Ermeni Hükümeti bölgesi dahilinde İslam ahaliyi imha etmekle meşguldür. Biz, İngilizleri, Amerikalıları aleyhimizde tahrik etmemek ve her nasılsa Harbi Umumi’de yapılmış olan vakanın tekrarlanmasına ve devamına dair hiç bir zan ve şüphe vermemek için bu malum bölge dahilinde bulunan İslam ahalinin sınırımızı geçmek suretiyle alenen yardımlarına dahi koşmakta tereddüt ettik. Fakat oradaki İslam ahali her taraftan hamisiz kalınca bittabi kendi hayat ve namuslarını yine kendiliklerinden muhafaza ve müdafaada tereddüt etmediler. Bu bakımdan, başlangıçtan bugüne kadar Erivan Ermeni Hükümeti bölgesi dahilinde muharebe ve çarpışma devam edegelmektedir ve bütün çarpışmalar neticesinde bittabi dindaşlarımız fevkalade zarar görmekle beraber namus ve haysiyetlerini de muhafaza etmekten geri durmuyorlar.”
Atatürk’ün Amerikalı gazeteciye cevabı Atatürk, Rum ve Ermenilere kötü davranıldığına inanan Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit’ın (Philadelphia’da yayımlanan ’Public Ledger gazetesi muhabiri) kendisini ziyareti esnasında, Ermenilerin zorunlu göçe tabi tutulmasının gerekçelerini sorması üzerine sinirlenerek şu cevabı vermiştir:
“Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri (zorunlu iskan) meselesi aslında şuna inhisar (dayanmak) etmektedir:
Rus ordusu 1915’de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında geri çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapütilasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muaffakoldukları Ermeni köylerinde yapıyorlardı.
İngilizlerin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.
Gerek umumi harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur. Brest Litovsk Muahedesi’nin akdini müteakip Rusların Şark Vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.
Yunanlılara gelince: İzmir’in işgali sırasında öyle cinayetler işlemişlerdir ki, Yunanistan’ın müttefiki İtilaf Devletleri tarafından tescil edilmiş bulunan “İtilaf Devletleri Tahkikat Komisyonu” üyeleri bile 1919 sonbaharında bu vilayeti baştan başa katettikten sonra hazırladıkları raporda, Yunan makamları aleyhinde son derece ağır tenkitlerde bulunmuşlardır. Yunanlıların işgal ettiği diğer bölgelerde her yaş ve cinsiyetten onbinlerce Türk katledilmiştir”.
Atatürk’ün, Rum ve Ermeni emellerine engel olmak için başlattığı mücadelenin ilk hazırlık toplantısı Erzurum’da yapılacaktır. 23 Temmuz 1919’da başlayan Erzurum Kongresi 7 Ağustos 1919’da tamamlanmış ve aldığı on maddelik kararın üçüncü maddesinde şu ifadeye yer verilmiştir:
“Her türlü işgal ve müdahale, Rumluk, Ermenilik teşkili gayesine yönelik telakki edileceğinden, hep birlikte müdafaa ve mukavemet esası kabul edilmiştir. Siyasi hakimiyeti ve içtimai dengeyi sarsacak surette Hrıstiyan unsurlara yeni bir takım imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir”.
Amerikan heyetine rapor…
Erzurum Kongresi’nin 10 maddelik kararının bu üçüncü maddesi İstanbul’da büyük yankı uyandırır. Milli Mücadele aleyhtarı gruplar harekete geçerek Ermeniler lehine Doğu Anadolu’da bazı düzenlemeler yapılması için Amerikan heyetine rapor sunarlar. Bu rapor 12. Kolordu Komutanlığı tarafından 15. Kolordu Komutanlığına gönderilir ve Mustafa Kemal Paşa’ya takdim edilmesi istenir. Raporun en çarpıcı tarafı olan 3’üncü maddesi şöyledir: “3- O çevrede ve özelliklede Erzincan ve Sivas arasında yoğun olarak bulunan Ermeniler’in yine Ermenistan sınırları içine gönderilmelerinin sağlanması.”
Mustafa Kemal Paşa bu rapora çok sert bir cevap verir. Biz bu rapordan özellikle o üçüncü maddeye cevap niteliğindeki bölümü vermek istiyoruz: “Üçüncü maddede, Erzurum ve Sivas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu hayali, bilgisizlik ve vukufsuzluktan başka bir şey değildir: Harpten önce bile, buralarda oturanların büyük çokluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtlerden ve pek azı da Ermenilerden ibaretti. Bugün artık varlığından söz edilecek sayıda Ermeni yoktur. O halde bu gibi dernekler yetkilerini bilmeli ve bir iş yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye Nezaretleri’nin barış hazırlıkları dolayısıyla yaptıkları resmi istatistik ve grafiklere olsun başvurmak zahmetinden kaçınmamalıdırlar. Bu telgrafın aynen İstanbul’a gönderilmesini rica ederiz”.
23 Temmuz’daki Erzurum Kongresi’ni takiben 4 Eylül 1919’da gerçekleştirilen Sivas Kongresi’nde alınan kararlarda Türk milletinin Milli Mücadele’yi azimle yürütüp istiklalini korumada kararlı olduğu belirtilerek Amerikan mandası fikrine şiddetle karış çıkılarak Ermeni ve Rum emellerinin de asla kabul edilemeyeceği bir kez daha tekrarlanmıştır. Bu konuda alınan karar şöyledir:
“Osmanlı ülkesinin herhangi bir bölümüne yönelecek müdahale ve işgale, özellikle yurdumuzda bağımsız birer Rumluk ve Ermenilik kurulması amacını güden harekata karşı Aydın, Manisa ve Balıkesir cephelerindeki milli savaşlarda olduğu gibi, hep birlikte savunma ve direnme ilkesi meşru kabul edilmiştir. Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız bütün gayrimüslim azınlıkların her türlü hak ve eşitlilikleri korunmuş olduğundan bunlara siyasi egemenlik ve toplum dengemizi bozacak ayrıcalıklar kabul edilmeyecektir”.
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlarda Ermeni isteklerinin siyasi egemenlik ve toplum dengemizi bozmasına müsaade edilmeyeceğini vurgulamıştır.
General Harbord’un temasları
Sivas Kongresi’ni takip eden günlerde General Harbord başkanlığında bir Amerikan heyeti Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eder. Generalin amacı Türkiye’nin Doğu vilayetlerinde bir Ermenistan kurulması ve Amerikan mandasının nasıl tesis edileceğini araştırmaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu görüşmeyi Nutuk’ta özetle şöyle anlatır:
“General Harbord başkanlığındaki heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya görüştük. General’e, Milli Mücadelenin maksat ve gayesi, Milli teşkilat ve birliğin ortaya çıkış sebebi, Müslüman olmayan azınlıklara karşı gösterilen duygular, yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propaganda ve eylemleri üzerinde ayrıntılı ve belgelere dayanan açıklamalarda bulundum.
Generalin bazı garip soruları ile de karşılaştım. Söz gelişi: (Millet, tasarlanıp yapılabilecek her türlü teşebbüs ve fedakarlığa başvurduktan sonra da başarı sağlanamazsa ne yapacaksınız?) gibi. Yanlış hatırlamıyorsam, verdiğim cevapta demiştim ki: “Bir millet mevcudiyet ve istiklâlini temin için düşünebilecek teşebbüsleri ve fedakârlığı yaparsa muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Bu sebeple millet hayatta oldukça ve fedakârlık teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık söz konusu olamaz”.
Atatürk’ün verdiği bilgilerle Doğu Anadolu’da bir Ermeni devletinin kurulamayacağını ve Türklerin de Amerikan mandasını istemediğini anlayan General Harbord Türkiye’den ayrılmıştır. Fakat Amerika’da bulunan Ermenilerle Ermeni sempatizanı Amerikalılar, kurdukları “Ermenistan’ın Bağımsızlığı İçin Amerikan Komitesi” adlı teşkilat ile Amerikan Hükümetine tesir etmeye başladılar.
Bunun üzerine Amerikan yetkilileri, Yüzbaşı Emory Niles ile Arthur Sutherland’ı, hiç kimse ile temas etmeden, Ermeni meselesini yerinde incelemek üzerine Doğu Anadolu’ya göndermiştir. Bu iki Amerikalı subay Türk-Ermeni çatışmalarının cereyan ettiği bölgeleri gezdikten sonra, olayların Amerikan kamuoyuna yanlış yansıdığını, Türkiye’yi parçalamak isteyen güçlerin Ermenileri isyan ettirerek pek çok Müslüman halkın ölümüne sebep olduklarını bir rapor halinde hükümetlerine bildirmiştir. Bu iki Amerikalı görevli raporlarının sonunda şu kanaati belirtmişlerdir: “Kanımızca, Türklerin Ermenilere karşı işlenmiş hangi suçlardan dolayı sorumluluğu varsa, Ermenilerin de Türklere karşı işlenmiş tıpkı aynı türde suçlardan dolayı sorumlu bulundukları tartışma götüremez”. Bu arada Amiral Bristol’ün yaptığı araştırmalarda aynı sonuca varması üzerine Amerikan Kongresi Ermenileri desteklemekten vazgeçmiştir. (Laurence Evans, ’Türkiye’nin Paylaşılması’adlı kitabında Amiral Bristol’ün Amerika’ya çektiği telgrafta şu gerçeğin altını çiziyordu: “…Bunda Türkiye işleri ve Ermeni kıyımı hakkında Avrupa basınında görülen son hikayeler, yanıltma amacına yönelmiştir ve İtilaf Devletleri’nin bencil planlarının desteklenmesini sağlamak için yapılan propagandalardır.”)
Bu arada Rusya’da Bolşevik ihtilalini yapanlar, Çarlık hükümetleri gibi Ermenileri Türkiye aleyhinde kullanmayacakları taahhüdünde bulunuyorlardı. Fakat bir süre Türkiye’nin antlaşmalar çerçevesinde Azerbaycan Türklerine yardım etmelerini bahane ederek Ermeni hamiliğine soyunmuşlardır.
Karabekir Paşa beklemede
Bu arada Ermeniler geri çekilen Rus birliklerinden elde ettikleri silahlarla, Ermenistan’ın sınırlarını genişletmek için büyük bir temizlik harekatına başlamış, yüzlerce Türk köyünü ve kasabasını yok ederek Türkiye ve Azerbaycan aleyhinde sınırlarını genişletmeye başlamışlardır. Ermeni zulmünden kaçarak hayatını kurtaran Türk ve Azerbaycan halkı perişan halde gelerek bölgedeki yegane Türk birliği 15. Kolorduya ve Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya sığınmışlardır. Brest-Litovsk Antlaşması’nın hükümlerini çiğnememek ve başlayan Türk-Sovyet ilişkilerindeki tıkanıklığın giderilemeyişi Kazım Karabekir Paşa’yı mecburi bir bekleyişe sevk etmişti. Bu bekleyiş esnasında Kazım Paşa bir taraftan geri çekilen Rus ordu kumandanına, diğer taraftan da saldırgan Ermeni yönetimine katliamların durdurulması için müracat ediyordu. Bu telgrafın ardından Mustafa Kemal Paşa, Ermenilerin yaptığı katliamlarla ilgili bunalmış durumda olan Kazım Karabekir Paşa’ya, müdahaleiçin biraz daha beklemesini rica etmiştir. Zira, Mustafa Kemal Paşa Sovyetlerle bir anlaşmaya varmadan böyle bir askeri hareketin yeni problemler yaratmasından endişe duyuyordu.
Tam bu sıralarda Atatürk’le görüştükten sonra bölgeye gelen General
Harbord’a, Kazım Paşa, belgelerle birlikte Ermenilerin yaptığı katliamları anlatan bir rapor vermiştir.
Bunun üzerine Amerikan yetkilileri, Yüzbaşı Emory Niles ile Arthur Sutherland’ı, hiç kimse ile temas etmeden, Ermeni meselesini yerinde incelemek üzerine Doğu Anadolu’ya göndermiştir. Bu iki Amerikalı subay Türk-Ermeni çatışmalarının cereyan ettiği bölgeleri gezdikten sonra, olayların Amerikan kamuoyuna yanlış yansıdığını, Türkiye’yi parçalamak isteyen güçlerin Ermenileri isyan ettirerek pek çok Müslüman halkın ölümüne sebep olduklarını bir rapor halinde hükümetlerine bildirmiştir. Bu iki Amerikalı görevli raporlarının sonunda şu kanaati belirtmişlerdir: “Kanımızca, Türklerin Ermenilere karşı işlenmiş hangi suçlardan dolayı sorumluluğu varsa, Ermenilerin de Türklere karşı işlenmiş tıpkı aynı türde suçlardan dolayı sorumlu bulundukları tartışma götüremez”. Bu arada Amiral Bristol’ün yaptığı araştırmalarda aynı sonuca varması üzerine Amerikan Kongresi Ermenileri desteklemekten vazgeçmiştir. (Laurence Evans, ’Türkiye’nin Paylaşılması’adlı kitabında Amiral Bristol’ün Amerika’ya çektiği telgrafta şu gerçeğin altını çiziyordu: “…Bunda Türkiye işleri ve Ermeni kıyımı hakkında Avrupa basınında görülen son hikayeler, yanıltma amacına yönelmiştir ve İtilaf Devletleri’nin bencil planlarının desteklenmesini sağlamak için yapılan propagandalardır.”)
Bu arada Rusya’da Bolşevik ihtilalini yapanlar, Çarlık hükümetleri gibi Ermenileri Türkiye aleyhinde kullanmayacakları taahhüdünde bulunuyorlardı. Fakat bir süre Türkiye’nin antlaşmalar çerçevesinde Azerbaycan Türklerine yardım etmelerini bahane ederek Ermeni hamiliğine soyunmuşlardır.
Karabekir Paşa beklemede
Bu arada Ermeniler geri çekilen Rus birliklerinden elde ettikleri silahlarla, Ermenistan’ın sınırlarını genişletmek için büyük bir temizlik harekatına başlamış, yüzlerce Türk köyünü ve kasabasını yok ederek Türkiye ve Azerbaycan aleyhinde sınırlarını genişletmeye başlamışlardır. Ermeni zulmünden kaçarak hayatını kurtaran Türk ve Azerbaycan halkı perişan halde gelerek bölgedeki yegane Türk birliği 15. Kolorduya ve Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya sığınmışlardır. Brest-Litovsk Antlaşması’nın hükümlerini çiğnememek ve başlayan Türk-Sovyet ilişkilerindeki tıkanıklığın giderilemeyişi Kazım Karabekir Paşa’yı mecburi bir bekleyişe sevk etmişti. Bu bekleyiş esnasında Kazım Paşa bir taraftan geri çekilen Rus ordu kumandanına, diğer taraftan da saldırgan Ermeni yönetimine katliamların durdurulması için müracat ediyordu. Bu telgrafın ardından Mustafa Kemal Paşa, Ermenilerin yaptığı katliamlarla ilgili bunalmış durumda olan Kazım Karabekir Paşa’ya, müdahaleiçin biraz daha beklemesini rica etmiştir. Zira, Mustafa Kemal Paşa Sovyetlerle bir anlaşmaya varmadan böyle bir askeri hareketin yeni problemler yaratmasından endişe duyuyordu.
Tam bu sıralarda Atatürk’le görüştükten sonra bölgeye gelen General
Harbord’a, Kazım Paşa, belgelerle birlikte Ermenilerin yaptığı katliamları anlatan bir rapor vermiştir.
Ermenilere teslim edilen silahlar
Olayların bu safhasında silah ve mühimmat yüklü iki İngiliz gemisinin, yüklerini Bolşevik aleyhtarı kuvvetlere veremediği için, Batum’da Ermenilere teslim ettiği haberinin gelmesi Türk tarafını endişeye sokarken, Ermenileri son derece memnun etmiştir. Ermeni katliamlarının devam etmesi, Türk tarafını yeni protestolara sevk eder. Kazım Karabekir Paşa, “Erivan Ermeni Cumhuriyeti Askeri Komutanlığı”na, Mustafa Kemal Paşa da “Düvel-i Mütemeddi’ne (Medeni Devletler)”ye birer protesto mektubu gönderirler. Mustafa Kemal Paşa protesto telgrafında Ermeni zulmünü şöyle anlatıyordu:
“Tohumluk istemek, vergi koymak, silah toplamak gibi sözde bahanelerle öteden beri Ermeni zulüm ve işkencesine uğrayan doğu sınırımız dışındaki İslam halkı, son Şubat ayı içinde Ermeni tümen kumandanları tarafından yönetilen çeşitli sınıflardan oluşan birçok birliklerin saldırıları karşısında pek çok kurban vermiş ve Kars vilayetine bağlı Çıldır, Zarşad, Şuragel, Akbaba ilçelerinde adları kayıtlı kırk Müslüman köyü bütünüyle yıkılmış ve yok edilmiştir. Bu köylerin çaresiz halkından iki binden fazla Müslüman nüfusu pek feci bir şekilde topluca öldürülmüştür. Ve soykırıma uğrayan Müslümanların eşyaları Kars pazarlarında açıkça satılmıştır.
Hemen her gün büyük bir üzüntüyle haber almakta olduğumuz Ermeni zulüm ve soykırımına yeni bir ek olmak üzere Orduabad, Ahur, Civa, Ciusi, Vedi yörelerindeki Müslüman halka karşı Ermeniler 19 Mart’tan başlayarak saldırıya geçmişlerdir. Ayrıca Oltu bölgesine karşı da yeni bir saldırıya hazırlandıkları hakkında güvenilir kaynaklardan haberler alınmıştır.
Bu hareketleri çok sert biçimde protesto ettiğimizin ve bu saldırıların önü alınmazsa dünyanın, pek büyük kötülüklerin çıkmasına tanık olacağının bağlı bulunduğunuz hükümetlere hızla ulaştırılmasını rica eder ve saygılarımızı sunarız. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal”.
Karabekir operasyon izni istedi
Bu arada Kazım Karabekir Paşa elde ettiği istihbarat bilgilerini değerlendirerek, askeri hareket için durumun müsait olduğunu görmüş ve yeniden Ankara’ya yazarak askeri operasyon için izin istemiştir. Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa’ya verdiği cevapta, yeniden Bolşeviklerin durumuna dikkat çekerek şu açıklamayı yapmıştır:
“Bolşeviklerle siyaseten anlaşıp mütekabil harekat ve münasebatı tayin etmezden evvel kati harekete geçemeyiz. Böyle bir hareketin bolşeviklerce nasıl telakki olunacağı bile bugün meçhulümüzdür… Ayrıca, Ermenistan’a taarruz hareketimizi İtilaf Devletleri ve Amerika ilan-ı harp kabul edecek ve ihtimal ki, memleketin aksam-ı garbiyesinden ve ağleb-i ihtimal Trabzon’dan taarruza geçeceklerdir. Böyle bir umumi işgale karşı Şark harekatına iştirak eden kuvvetlerimiz garbe siyanet için ne kadar zamanda serbest kalabileceklerdir. Bolşeviklerin bu takdirde maddi ser-i muavenetleri ne olabilecektir? Bolşeviklerle aramızda henüz mukavelename yapılmamış olduğundan muavenetlerinden emin olabilir miyiz?”
Mustafa Kemal Paşa ile Kazım Karabekir Paşa bu tartışmayı yaparken, İtilaf Devletleri, özellikle İngiltere, Bolşevikler ile Türkler arasındaki ilişkileri kesmek amacıyla Kafkas milletleri aracılığıyla bir plan uygulamaya başladı.
Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve belki Kuzey Kafkasya Hükümetlerinin bağımsızlıklarını ve bu hükümetlerin Bolşeviklere karşı mücadelelerini desteklemeye başladı.
Mustafa Kemal’in teklifi
Bunu fırsat bilen Mustafa Kemal Paşa, Türk Sovyet ilişkilerini dostane bir zemine çekmek için, Bolşevik Hükümetine bir mektup yazmış ve şu teklifte bulunmuştur; “Bolşevik kuvvetler Gürcistan’a karşı askeri hareket yapar, ya da izleyeceği politika ve göstereceği etki ile Gürcistan’ın da Bolşevik uyuşmasına girmesini ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak için bunlara karşı harekete geçmesini sağlarsa, Türkiye Hükümeti de, yayılmacı Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat yapmayı ve Azerbaycan hükümetinin de, Bolşevik devletler topluluğunun içine alınmasını kabul eder.”[Atatürk Sovyet sisteminin eşit şartlarda oluşacağına inandığı için Azerbaycan’ın o günkü şartlar içinde Sovyet sistemi içinde kalmasının makul olacağı kanaatinde idi. Fakat çok geçmeden Sovyetlerin bu sözü tutmadığını görünce Bakü’deki Türk sefiri Memduh Şevket Bey’e talimat vererek Azerbaycan’ın Karabağ ve Nahcivan dahil olmak üzere toprak bütünlüğünün sağlanmasını temin etmiştir. (Mehmet Saray, Atatürk ve Türk Dünyası, TTK, Ankara 1995, s. 36-41) Ayrıca Atatürk, Türkiye ile Azerbaycan arasında bir Ermenistan Cumhuriyeti’nin oluşturulmaması için büyük gayret sarfetmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde konu tartışılırken hükümet adına konuşan Ahmet Muhtar Bey şu konuşmayı yapmıştır: “Endişemiz şu ki, İngilizlerle Bolşevikler Azerbaycan Türk Alemi ile bizim aramıza bir Ermenistan dikmek istiyorlar… Tekrar arz ediyorum: Bütün dünyanın ittihaz ettiği bir karar var. O da bizimle Azerbaycan arasında, Azerbaycan’laTürk Alemi arasında bir Ermenistan meydana getirmek istiyorlar… Bakalım kim galebe edecektir: Karahan’ın sürüklediği Sovyetler mi, yoksa biz mi?” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, Ankara 1980, C. I, s. 439-440).] Sonunda iki taraf anlaşarak bu planı uygulamaya koymuştur. Ankara Hükümeti önce “Elviye-i Selase”nin ilhakına, sonrada silah deposu haline gelen ve devamlı insan katleden Ermenistan’ı silahsız hale getirmek için “Ermenistan Harekatı”nı başlatmaya karar vermiş ve bu kararını 20 Eylül 1920’de Kazım Karabekir Paşa’ya bildirmiştir.
Karabekir’e talimat verilir
Ankara Hükümeti, Doğu Cephesi kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya verdiği talimatla şu hedeflere göre hareket etmesini istemiştir:
“Doğu ordumuz derhal Kars genel istikametinde taarruz hareketi icra edecektir. Birinci devrede harekatın Kağızman-Nevselim-Murdenk hattına kadar genişletilmesi kafidir. Bununla beraber bu hat kati olmayıp, askeri vaziyete müsait olduğu ve icap ettirdiği takdirde taarruz başından itibaren daha doğuya doğru uzatılmalıdır. Aslî maksat Ermeni silahlı kuvvetlerini imha etmektir. Bunun için taarruz harekatının ani olarak başlaması lazımdır.
Ve Ermenileri daha evvel herhangi bir suretle haberdar etmekten katiyen sakınılmalıdır. Silahsız Ermeni ahali aleyhine her türlü tecavüzlerden kati surette kaçınılacaktır”.
Yukarıdaki emri alan Kazım Karabekir Paşa, hazır halde bekleyen birliklerini derhal mevzilerine yerleştirdi. 28 Eylül 1920 sabahı başlattığı taarruz hareketiyle Ermenileri geri püskürten Karabekir Paşa, 28-29-30 Ekim 1920 tarihlerinde yaptığı karşı taarruz ile Ermenileri mağlup ederek Kars kalesi ve şehrini geri almıştır. Kazım Paşa verdiği emirle hiç bir sivil Ermeni’ye dokundurtmadığı gibi Ermeni ordusundan esir alınan askerlere de son derece iyi davranılmasını sağlamıştır.
Kars’ın kurtuluşu…
Kars’ı yeniden anavatana kavuşturan Karabekir Paşa Ermeni halkı için şu bildiriyi neşretmiştir: “Memleketimizi senelerden beri uzayan harbin musibet ve sefaletlerine sürükleyen ve hükümetimizin göstermek istediği dostluğu sizden habersiz reddeden Taşnaklardır. O Taşnaklar ki, bütün dünyayı kendine hazine ve bütün insanları da servet ve saltanatına bir köle gibi kullanmak isteyen sermayedarlara hizmet eden ve milletini rahatta yaşatmayı düşüneceğini, sefahat alemlerindeki zevkli, alayişli hayatı tercih eyleyen hainlerdir.
Bütün Ermeni milleti bunların istipdat ve hıyanetlerinin hakikatini, uğradıkları elim akıbetlerde görmelidir. Maksat ve hedefimiz, hayali ve vahi gayeler peşinde bilatefrik Müslüman ve Ermeni fukara halkını kırdıran Taşnakların elinden masum halkı kurtarmak, karşımızda daha medeni ve müdrik İslam ve Hrıstiyan ahalinin refah ve saadetine hadim ve komşusu olan Türkiye ile dost ve münasebat-ı hasene tesisine bahişkar olan bir Ermeni hükümeti bulmaktır… Taşnakların kuvvetli ordumuzun önündeki hezimeti de, hakkın ve adaletin kudret ve muaffakiyetini ispata kafi bir delildir. Türk hükümetinin Ermeni ahaliye dahi nimet ve adalet göstereceğinden tamamen emin olarak evlerinizde, iş ve gücünüzde daima müsterih olunuz”.
Gözlemcilerin takdiri
Kazım Karabekir Paşa’nın Kars’a girişinde, şehirde yaşayan Ermenilere ve esir alınan askerlere gösterdiği şefkat, Türk askeri operasyonunu izleyen yabancı gözlemciler tarafından takdirle karşılanmış ve bu olayı olduğu gibi ülkelerine rapor etmişlerdir. Yabancı gözlemciler, daha önce pek çok Müslümanı katleden Ermenilerden, Türklerin intikam alacağını zannetmişlerdi. Türklerle Ermeniler arasında yapılan görüşmeler sonunda, Ermeniler Türkiye’den herhangi bir toprak talebinde bulunmadıklarını açıklayarak 3 Aralık 1920’de Gümrü Muahedesi’ni imzalamışlardır. Bu antlaşmaya göre taraflar şu hususları kabul etmişlerdir: “Osmanlı, Rus ve Avrupa istatistiklerinin ve sosyal-tarihi gerçeklerin gösterdiği gibi, Türkiye hudutları içinde Ermeni çoğunluğu içeren hiç bir yerleşim birimi mevcut değildir. Emperyalist devletlerin tahrik ve teşvikiyle yaratılabilecek hareketleri önlemek için Ermeni devleti ancak iç asayişi sağlayacak kadar asker ve jandarma bulunduracak, bu husus Türk siyasi temsilcisi veya elçisi tarafından tahkik edilecektir. Ermenistan Hükümetince istenildiğinde, iç ve dış tehlikelere karşı Ankara Hükümeti silahlı yardımda bulunacaktır. Ankara Hükümeti insani ilkelere bağlılığı yüzünden savaş tazminatından vazgeçecektir”.
Hudut düzenlendi
Bolşevik kuvvetlerinin Lehistan (Polonya) cephesinde mağlup olması ve Türk kuvvetlerinin Kafkas cephesinde Ermenileri yenmesi, kopmuş olan Ankara-Moskova ilşkilerini yeniden başlatmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Garp Cephesi kumandanı Ali Fuat Paşa’yı fevkalade yetki ile Moskova’ya Büyükelçi olarak göndermiş ve yapılan çetin müzakerelerden sonra 16 Mart 1921’de Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Sovyetler, Ermeniler lehine bir toprak talebinde bulunmadığı gibi, bir miktar askeri malzeme yardımında bulunmayı da kabul etmişlerdir.
Bir müddet sonra, 16 Mart 1921’de imzalanan Türk-Sovyet Antlaşması’nın şartları gereği ve ayrıca Ermenistan’da komünistlerin idareyi ele geçirmeleri sonucu, Türkiye, Sovyet Rusya, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan arasında 13 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması ile taraflar arasında hudut düzenlemeleri yapılmış ve bölgeye sulh ve sükunet hakim olmuştur.
Lozan’da Ermeniler meselesi
1 Mart 1922 günü TBMM’nin üçüncü toplanma yılı açış konuşmasında Atatürk, Türkiye-Ermenistan sınırını son olarak belirleyen Kars Antlaşması’nın imzalanması hakkında konuşurken, Ermeni olayları konusunda da şu sözleri söylemiştir: “Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle kuruldu”.
Atatürk, Ermeni konusunu hem kendi ve hem de Türkiye gündeminden çıkarma kararında olduğu için, bu konunun konuşulmamasını, Dışişleri Bakanlığı’na atanan ve Lozan Murahhas Heyeti’nin başkanlığına getirilen İsmet Paşa’ya yazılı ve sözlü talimat olarak bildirmiştir. İsmet Paşa Lozan’a hareket etmeden önce Atatürk’ün başkanlığında toplanan Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İsmet Paşa’nın Lozan’da hangi konularda taviz vermeden müzakereleri yürütmesi gerektiğini belirten 14 maddelik bir talimat hazırlamıştır. Türkiye’nin milli hedeflerini kalın çizgilerle belirleyen bu talimatı İsmet Paşa uygulamak için Lozan’a hareket etmiştir. Bu talimat, herşeyden önce Türkiye’nin milli sınırlarını çizmeyi, sonra da bu sınırlar içinde devletin tam bağımsızlığını sağlamayı amaçlamıştır. İki noktada Türk Hükümeti savaşı göze alabilecek kadar kesin kararlıdır: Biri, “Ermeni Yurdu”, diğeri kapitülasyonlardır. Lozan’da Türkiye’den Ermeni Yurdu istenirse, yani Anadolu’dan toprak koparılmaya çalışılırsa, görüşmeler derhal kesilecektir. Ankara’dan yeni talimat istemeye gerek bile yoktur. İsmet Paşa bu talimat çerçevesinde hareket ederek hükümete danışmadan görüşmeleri kesmeye yetkili olacaktır.
Ermeniler genel kurula giremedi.
Ermeniler, Gümrü ve Kars Antlaşmaları ile Doğu Anadolu’dan toprak talebinde bulunmayacaklarını belirtmelerine rağmen, Erivan Hükümeti’ni temsilen Aharonyan ve Hadisyan, yanlarına yurtdışındaki Ermenileri temsil ettiklerini söyleyen Osmanlı Devleti’nin Eski Dışişleri Bakanı Gabriel Naradukyan ve Leon Paşalıyan’ı alarak Lozan görüşmeleri esnasında eski hamileri İngiltere, Fransa, Amerika ve Rusya temsilcilerinin destekleri ile genel kurula katılmak istemişlerdir. Fakat Türk temsilcilerinin itirazı ile genel kurul görüşmelerine girememişlerdir. Ancak, Ermeni temsilcileri, eski müttefiklerinin desteği ile azınlıklarla ilgili alt komisyonda dinlenme sözü almışlardır. Bu fırsattan istifade eden Ermeniler, Lozan Konferansı toplanınca, konferansa katılanlara hitaben bir muhtıra vererek, eski iddialarını abartılı bir şekilde dile getirmişlerdir. Şu veya bu şekilde Ermeni yurdunun genişletilmesini isteyen İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika, Ermeni isteklerinin kabulü için tavır koyarlarken, Sovyet Rusya, değişik bir yaklaşım tarzı sergileyerek, Türkiye’den ayrılmış olan Ermenileri Sovyet Rusya’da yerleşmeye davet etmiştir.
Türk tarafının kararlı tutumuna rağmen İtilaf Devletleri, azınlıklar konusunun görüşüldüğü 12 Aralık 1922 tarihli genel kurul toplantısında, İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon, Ermeni sorununu ortaya atarak şu konuşmayı yapmıştır:
“Bunların (Ermenilerin) gelecekleri bakımından kendilerine özel olarak verilmiş vaat yüzünden de özellikle göz önünde tutulmaları gerekmektedir. Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan eski Rus vilayeti Erivan’da, bana söylediklerine göre, aşağı yukarı 1.250.000 nüfuslu, fakat, her yandan gelmiş göçmenle dolmuş taşmış ve daha kalabalık bir nüfus kabul edemeyecek durumda bulunan, bir sözde Ermeni devleti vardır.
Öte yandan, Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum’un Ermeni nüfusu neredeyse yok olmuştur. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıkları zaman bu vilayetin paniğe kapılan Ermeni nüfusu onların ardından gitmiştir. Şimdi de İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye sınırı boylarında dağınık bir durumdadırlar. Sanırım ki, Türkiye’nin Asya’daki ülkesinde bir zamanlar 3.000.000’a varan Ermeni nüfusundan şimdi ancak 130.000 kişi kalmıştır. Yüz binlercesi Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve komşu ülkelere sığınmak için dağılmışlardır… Türkiye Asya’daki ülkesinin bir yerinde ister kuzeydoğu vilayetlerinde, ister Kilikya’nın güneydoğusu ile Suriye sınırlarında Ermeniler için bunların diledikleri bir toplanma merkezi bulmalıdır”.
‘Değişen şartları herkes kabul etmeli’
Lord Curzon’un bu konuşmasını anında cevaplandıran Türk Heyeti
Başkanı İsmet Paşa, Ermeni konusunu ve bu konuyu kimlerin yarattığını kısaca anlattıktan sonra, artık şartların değiştiğini herkesin kabul etmesi gerektiğini söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:
Ermeniler genel kurula giremedi Lord Curzon, İsmet Paşa’dan ağzının payını aldı.
“… Gerçekten Ermeniler bakımından Türkiye ile Ermenistan arasında yapılmış antlaşmalarla desteklenmiş dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri, Ermeni devletinin herhangi bir kışkırtmaya girişme imkanını ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan, Ermeniler arasında Türkiye’de kalmaya karar verenlerin iyi birer yurttaş olarak yaşamak kesin zorunluluğunu şimdiye kadar anlamış olmaları gerekir” Bundan sonra İsmet Paşa sözü Ermeni nüfusuna getirerek Türkiye’nin tarihinde hiç bir zaman 3.000.000 Ermeni yaşamadığını, hatta bütün dünyada bile bu kadar Ermeni bulunmadığını, yabancı istatistiklere müracat ederek açıklamış, Kilikya’dan ayrılan Ermenilerin ise, ihtilal komiteleri ajanlarının tehdidi ile gitmeye zorlandıklarını, bunu bütün dünyanın da bildiğini belirtmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:
“… Bugün eksik görülen Ermenilerin ne olduğu, son zamanların savaşlarıyla Türkiye’ye zorla yaptırılan savaşlarda aranmalıdır. Doğu vilayetlerinde Müslüman nüfus sayısı 4.000.000 iken, 3.000.000’un altına, batı vilayetlerinde 3.500.000’dan 2.000.000’a düşmüştür. Aradan eksik olanlar başka bir deyimle 2.500.000 kadar insan savaş yıllarının kurbanlarıdır…
Lord Curzon, Türkiye gibi geniş bir ülkede Ermenilere bir köşe bulup bulunmayacağını sordu. Bu konuya ilişkin olarak Türkiye’nin yüzölçümü ile kıyaslanamayacak kadar büyük toprakları olan devletlerin bulunduğunu hatırlatırım”.
Venizelos da nasibini aldı
İsmet Paşa’dan sonra Yunan Heyeti Başkanı M. Venizelos söz alarak Türkiye’deki Rum azınlığından ve Ermenilerin dramatik durumundan bahsetmesi üzerine İsmet Paşa sert bir tavırla şu mukabelede bulunmuştur:
“M. Venizelos küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için yeni acılar, yeni talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir. Bu zavallı halk zorla silah altına alınmış Yunan Ordusu saflarına katılmıştır… Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türklere ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş bu bütün suçları Ermenilerin üzerine atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya koyulmuşlardır. Daha sonra, Yunanlılar Asya’dan çekip gittikleri zaman Ermenileri de birlikte sürüklemişlerdir.
Dünyada Ermenilerin başına gelenlere acımaya cesaret edebilecek hükümetlerden en sonuncusunun, Ermenilerin başına gelen talihsizliklerin doğrudan doğruya yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin olacağını kabul etmek zorunludur”.
İsmet Paşa’nın bu tarihi açıklamalarından sonra Ermeni konusu, genel kurul görüşmelerinde bir daha konuşulmamıştır. Bunun üzerine Ermenilerle Ermeni destekçileri Azınlıklar Alt Komisyonu’nda dertlerini dile getirmek için mücadele etmişler ise de, alt komitedeki Türk temsilcisi Rıza Nur Bey’in şu sözleriyle karşılaşmışlardır: “Müttefik devletlerin biraz önce bildiri dağıttıklarını ve bunda kendilerinin haklı olduklarını görüyorum. Çünkü kendilerini Ermenilere karşı moral yükümlülükler altına koymuşlardır.
Gerçekten bu halkı Türkiye’ye karşı saldırtmak için politika aracı olarak kullananlar, İtilaf Devletleri olmuştur. Türk temsilcileri olarak bu koşullar altında sunulan bildirileri geçersiz sayıyoruz. Bu tip bildirileri dinlemektense, oturumdan çekilmenin daha iyi olacağını düşünüyoruz.” demiş ve görüşme masasından kalkmıştır. Böylece, genel kurul görüşmelerinden sonra Azınlıklar Alt Komisyonu’nda da Ermeni konusunu konuşmayı Türk Heyeti reddetmiştir.
Geldiler, mallarını sattılar ve gerisin geri gittiler.
Lozan Antlaşması’na ek olarak 24 Temmuz 1923 tarihli Genel Affa ilişkin bir protokol imzalanmıştır. Bu protokole göre Ağustos 1914-20 Kasım 1922 tarihleri arasında her türlü durum için Lozan Antlaşması’nı imzalayan devletlerin sorumluluğunun olmadığını ve bu alanda genel affın söz konusu olduğu belirtilmiştir.
Lozan Antlaşması’na ek olarak imzalanan protokol çerçevesinde, Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra, gayrimüslimler için 2 yıllık bir genel af çıkarmış ise de, Türkiye’yi terk eden Ermeni ve Rumlardan ancak birkaç bin kişi geri gelmiştir. Bu geri gelenlerin önemli bir kısmı mallarını tasfiye ettikten sonra Türkiye’den ayrılmıştır. Türkiye’de kalan bütün gayrimüslimlere (Rum, Ermeni, Süryani ve Yahudi) Türk vatandaşı olarak yasal bütün haklar verilmiştir. Bu yasal haklar verildikten sonra Atatürk şu sözleri söylemiştir: “Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlara kader ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle yabancı bakışıyla bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?”
Haksızlığa uğrayan Türk idarecilere yardım eli.
Atatürk, Türk milletinin başka milletlere karşı gösterdiği bu asil tavrı hatırlattıktan sonra, Ermeni olaylarında haksızlığa uğrayan Türk idarecilerinin yakınlarına yardım elini uzatmıştır. Nitekim, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, 2 Şubat 1927 tarihinde başvekalete yazdığı bir yazı ile haksız yere idam edildiği anlaşılan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in geride bıraktığı aile efradına; Ermeniler tarafından şehit edilen Muş mutasarrıfı merhum Servet Bey ile Trabzon Valisi merhum Cemal Azmi Bey’in aileleri ile yine Ermeniler tarafından şehid edilen Ankara Eski Valisi Doktor Reşit Bey’in; yine Ermeniler tarafından şehit edilen Cemal Paşa’nın ailesine maddi yardımda bulunulmasını emretmiştir.
28.5.1937 tarihinde Ermeni cemaati ileri gelenleri yaptırmak istedikleri hastane için izin isteğinde bulunmuş ve istekleri kabul edilmiştir.
10.4.1938 tarihinde Kayseri’deki Ermeni kilisesinde Papaz Haykaz tarafından tertip edilen ayinde 300’e yakın Ermeni’ye yaptığı konuşmada, ülkemizi yabancı eline düşmekten kurtaran, milletimizi hürriyet ve refaha kavuşturan Atatürk’e duydukları saygıyı, sevgiyi ifade ederek Atatürk’ün sağlık ve sıhhat içinde uzun yıllar yaşaması için dua ettiğini bildirilmiştir.
Bu da göstermektedir ki, Atatürk, Türk milleti ile birlikte yanyana yaşama kararında olan bütün gayrimüslim insanları şefkatle kucaklamış ve onların mutluluğu için çalışmıştır.
17.1.1921’de United Telgraph gazetesi muhabiri, Mustafa Kemal Paşa’ya 11 soru sorar. Bunlardan 4’ü Yunan ve Ermenilerle ilgilidir. İşte sorular ve Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevaplar:
Soru 4: “Sizinle Yunanlılar arasında sulh yapılması kabil olduğu takdirde Yunanistan’a karşı takip edeceğiniz siyaset ne olacaktır?”
Cevap: “Yunanlıların Türkiye’ye yönelik istilacı emellerine son vermeleri şartıyla tarafımızdan takip edilecek siyasetin en hakiki dostluk esasına dayalı olacağına şüphe etmeyiniz”.
Soru 5: “Türk-Ermeni meselesinin halli hususundaki vaziyetiniz nedir?
Bu hususta Amerika’nın vasiliğini kabul buyuracak mısınız?”
Cevap: “Ermenilerle aramızda milletlerin bizzat mukadderatlarını tayin etme esasına dayalı bir sulh akdedilmiş ve aramızda dostane münasebetler kurulmuş bulunmaktadır”.
Soru 6: “Ahiren Türkleri Ermenilere katliam yaptıkları hakkında neşredilen haberler doğru mudur?”
Cevap: “Türkler tarafından Ermeniler aleyhinde katliam yapıldığı rivayet ve şikayetleri tamamen gerçek dışıdır. Bunların katiyen doğru olmadığına emniyet edebilirsiniz. Bu hakikatın tesbiti için tarafsız heyetlerin memleketimizde tam bir serbestliği ile tahkikat eylemelerini memnuniyetle kabul ederiz. Bu meseleye dair Ermenistan’daki Amerikan Doğu Yardım Heyeti tarafından verilen en son raporların okunmasını tavsiye ederiz”.
Soru 7: “Ahiren Türklere Ermeniler tarafından katliam yapılmış mıdır?”
Cevap: “Türk ahali hakkında Ermeniler tarafından uygulanan mezalim ve katliam nedeniyle ordularımız tarafından Ermenistan üzerine askeri hareket yapılmak mecburiyetinde kalınmıştır. Geniş miktarda katliam yapılmıştır. Buna dair elimizde belgeler bulunmaktadır. Bu belgelerin suretlerini size ayrıca verdireceğim”. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 21-24)
ABD muhabirinin soruları
ABD’de çıkan Public Ledger-Philadelphia muhabiri Clarence K. Streit, 26.02.1921’de günü TBMM reisi Mustafa Kemal Paşa’ya 19 soru sorar. Bu sorulardan 5, 6, 7, 8 ve 13’üncüsü Ermeniler ve gayrimüslimlerle ilgiliydi. İşte o sorular ve Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevaplar:
Soru 5- “Türkiye’deki Gayri-Müslim unsurlar meselesi hakkında hükümetiniz ne gibi bir hal şekli teklif eder?”
Cevap: “Bu sorunun cevabı Misak-ı Millimiz içinde mevcuttur”.
Soru 6- “Muharebe devam ettiği müddetçe hükümetinizin Anadolu’daki Rumlara ve Ermenilere karşı meslek-i hareketiniz nedir?”
Cevap: “Müslim ve Gayri-Müslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayrım yapmıyoruz. Böylece Rumların ve Ermenilerin düşmanla birlikte vatana hıyanette bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur”.
Soru 7- “Harbi Umumi esnasında ika edildiği mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni takdil ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi nokta-i nazarı nedir?”
Cevap: “Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:
Rus ordusu 1915’de bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah ve cephane ile iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı.
İngiltere’nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı”.
Soru 8- “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?”
Cevap: “Gerek umumi harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur.
Brest-Litovsk Muahedesi’nin akdini müteakip Rusların Şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, bilahare bu bölgeleri ziyaret eden ve buralarda Ermeni çetelerinin davranışları hakkında mufassal müşahedelerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduğum olayların doğru olduğunu bana yazmış bulunan Amerikan Generali Harbord Amerikan Umumi Efkarı’nın kendisinden faydalı bilgi temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Oltu bölgelerinde Gümrü Antlaşması’nın akdine kadar cinayetlerine devam etmişlerdir.
Yunanlılara gelince: İzmir’in işgali sırasında öyle cinayetler işlemişlerdir ki, Yunanistan’ın müttefiki İtilaf Devletleri tarafından teşkil edilmiş bulunan “İtilaf Devletleri Tahkikat Komisyonu” üyeleri bile, 1919 sonbaharında bu vilayeti baştan başa katettikten sonra hazırladıkları raporda, Yunan makamları aleyhinde son derece ağır tenkitlerde bulunmuşlardır. Yunanlıların işgal ettiği bölgede her yaş ve cinsiyetten on binlerce Türk katledilmiş, bütün büyük baş hayvanlar Yunanistan’a götürülmüş ve bölgeden yüzlerce bedbaht göçmen bölgemize itilerek bir çaresizliğe mahkum edilmiştir”.
Soru 13- “Sovyet Ermenistan’ı ile münasebatınız nedir? Willson’un Ermenistan hudutları hakkındaki fikriniz nedir?”
Cevap: “Ermenistan bir kaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Gümrü Muahedenamesi’ni samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Öbür soruya gelince: Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terketmeye kalkışan Willson projesi sadece gülünçtür”. [(Atatürk’ün Milli Dış Politikası, Cilt I (1919-1923), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1981, s. 269-276)]
Kaynak: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ataturk-ve-ermeni-sorunu-98333h.htm