Günümüzde Türk Yargısının Başına Gelenler ve Suç
Abbas GÖKÇE
Kurucu Meclis ve Danıştay E. Üyesi
Bilindiği gibi; bir devleti oluşturan kuvvetlerden birisidir “yargı”… Diğerleri de malûm “yasama ve “yürütme”…
Yasamanın kanun yapma gücü, yürütmenin de hükümet etme olduğu açık…
Yargı gücünü, bağımsız mahkemeler oluşturur. Hiç kimsenin emir ve komut verememesi gereken bağımsız mahkemeler…
Bu gün kimilerinin sövüp, saydığı 1982 Anayasası da bu temel demokrasi esasına göre düzenlenmişti.
Her nasılsa Türk kamuoyunu uyutup iktidar olmakla; yasama ve yürütme gücünü ele geçirenler daha sonra “yargı gücünü” nün peşine düşüp onu da elde etmeğe yöneldiler…
Nasıl mı? Türk kamuoyunu kandırarak!..
Nasıl oldu bu iş?.. Kamuoyunun yumuşak karnını aradılar ve buldular!..
Kamuoyuna 1980 darbesini ve “Evren Paşa’yı yargılayacağız” yutturmacası ile kamuoyu karşısına çıkıp ve bunun için “Anayasa değişikliği gerek”…diyerek; halkoyuna sunulacak bir anayasa değişikliği hazırlayıp referanduma gittiler.
Türk seçmeni; “Anayasa değişecek Evren Paşa yargılanacak” sanısı içinde sandık başına giderek oyunu kullanırken, Anayasadaki “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” nun oluşumunu değiştirecek maddesinin varlığından habersiz olarak “Evet” oyunu verdiler.
Oysa bu değişiklik “yargıyı ele geçirmenin ilk adımı” idi. Çünkü bu değişiklikle yüksek kurulunun oluşmasında son söz sahibi kendileri oluyordu, yani iktidar!..
Onlar için gerçekleşen bu mutlu değişiklikten sonra; “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”; yeniden kendi adamları seçilmek suretiyle oluşturuldu.
İktidarın arka bahçesi haline getirilen bu kurul; Anayasa Mahkemesi üyeliklerine kendi adamlarını doldurmakla birlikte; ilk hamlede, yine kendi adamları arasından Yargıtay’a 150 ve Danıştay’a 50 üye atayarak bu yüksek mahkemelerdeki çoğunluğu ele geçirdiler…
Artık çoğunluk onlarda olduğundan ilk seçimlerde; Danıştay ve Yargıtay Başkanlıklarına kendi arkadaşlarını yerleştirme zaferi(!) ni kazandılar. Dahası öteki mahkemelere de kendi yandaşlarını yerleştirmeği başardılar!..
Böylece; ayrı, ayrı ellerde olması ve birbirine hiç karışmaması gereken ve demokrasinin esası olan “Yasama”, “Yürütme” ve “Yargı” güçlerinin tamamını ele geçirmiş oldular.
Bu yetmedi devlet yönetiminde dördüncü güç de denilebilecek basını da “vergi incelemesi ve tehdidi” ile susturdular…
Başlangıçta da görev sınırlarını aşarak yargıyı etkilemeğe çalışanlar, artık yeni yasal düzenlemeyle ellerini, kollarını sallayarak adeta yargıya emirler yağdırmaya başlamıştır.
Bana hak verebilmeniz için lütfen şu olanları hatırlayınız:
• Silivri’de Yargılamalar başlayınca ilkin; “Ben bu dâvaların savcısıyım!..”
demedi mi?..
• Uzun süre sustuktan sonra; bu sefer yine hâkimleri hedef alıp; tutuklama süresi için; “Teröristi bile bir kapıdan alıp, öteki kapıdan bırakıyorsun?..” diyor.
• “Genelkurmay Başkanını niye içeri atıyorsun arkadaş!..” diyerek hâkimlere ver yansın ediyor!..
• Silivri’de karara bağlanan bir dâvada; uzun süre mahkûm olanlar için;
“Yapılanlar yenilir, yutulur şeyler değil, tarih bunu affetmez…” diyor. Sonra da:
• ”Bu kadar tutuklama olursa buna cezaevi mi dayanır?” buyuruyor
• İfade vermeye kendileri giden paşalarımız, subaylarımız ve astsubaylarımız tutuklandı. Bu anlayış değişmeli” diyor.
Televizyonda Fatih Altaylı’ya;
• Genelkurmay İlker Başbuğ başta olmak üzere diğer generallerimiz hiçbirisine kalkıp da ‘terör örgütü mensubu’ demek çok ciddi bir yanlıştır ve bu affedilemez.. dedi ve hâkimlere:
•Kardeşim ver kararını… Ne geciktiriyorsun bu işi? Otur gece gündüz çalış icabında… diyor.
Ben bu dâvaların savcısıyım! .. dediği zamanı da kendilerine hatırlatarak, biz de kendilerine desek mi kardeşim “ Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..”
Sonra da sorsak mı?
Bunların hepsi; Anayasaya rağmen yargıya emir ve müdahale değil de nedir?..
Yargıya bu ölçüde müdahale ancak monarşi yönetimlerinde görülür.
Yürürlükte bulunan Anayasamızın 138. maddesinin ikinci fıkrası açıkça:
“ Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere veya hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” hükmünü âmirdir.
Peki; Başbakan’ın bu yaptığı en azından tavsiye ve telkin değil de, nedir?..
Dolayısıyla Anayasayı ihlâl ve Anayasal bir suç değil mi? Yoksa “Hanımın kırdığı bardağın sesi çıkmaz mı diyorsunuz?..
Başka sözüm yok:
Türkiye’yi “Demokrasi Ninnisi “ ile uyutanlar utansın!..