Kozmik İşaret – GÖBEKLİ TEPE
29/07/2014
Ertuğrul Özkök
ŞANLIURFA Müzesi, yenisi yapılmak üzere kapatılmadan önce, ziyarete açılan bölümünü gezen kadın, bir heykelin karşısında durdu.
Üst kısmı aslan başı şeklinde olan 1 metre 90 santim yüksekliğindeki bu heykelin, orta kısmı bir insan tasviriydi.
Alt kısmında ise bir bebek vardı.
Heykelin çevresini bir yılan sarmıştı.
Ziyaretçi bu heykeli uzun uzun seyretti, sonra başka tarafa geçti.
Biraz önce uzun uzun baktığı toteme benzeyen heykel o kadar etkileyiciydi ki, aynı müzedeki, taş üzerindeki tuhaf bir kabartma dikkatini çekmedi.
Oysa, Dr. Schmidt, o kabartmayı bulduğunda muhtemelen şöyle haykırmıştı:
“Aman Allah’ım, burası orası, bu ağaç o ağaç…”
UZAY TASARIMI GİBİ İÇ İÇE DAİRELER
Dr. Schmidt 1994 sonbaharını, o bölgede dolaşarak geçirdi.
Bir yıl sonra kazılara başladığında daha ilk gün işinin ne kadar zor olduğunu anlamıştı.
Arkeolojik kazı, inşaat şantiyesi değildi. Her avuç toprağı, neredeyse elle kazımak gerekiyordu.
Yoksa 11 bin yıl toprağın altında kalan bütün ilahi işaretler bir anda gidebilirdi.
İlk umut, 1990’ların sonlarına doğru geldi.
Kazdıkları topraklarda birtakım daireler ortaya çıkmıştı. Daireler, 1970’li yıllarda bütün dünyada büyük ilgi uyandıran Daniken’in “Tanrıların Arabaları” adlı fantastik kitaplarındaki şekilleri andırıyordu.
Bunlar iç içe dairelerdi. Sanki bir uzay tasarımı gibiydi.
Sonra o taşlara ulaştılar.
Birbirinin yanına dizilmiş taşlar.
Dr. Schimidt İngiltere’deki ünlü Stonehenge taşlarını düşündü.
Tuhaf bir iz üzerindeydi ve ilk defa tezlerinin doğru olabileceği duygusunu taşımaya başladı.
Sonra yavaş yavaş, o müthiş işaretler ve her bir işaretten sonra da henüz cevabı verilemeyen o sorular geldi…
Acaba…
PEKİ AMA 16 TON TAŞI BURAYA KİM TAŞIDI
Bulunan taşlar “T” şeklindeydi.
Boyları 5.4 metreydi.
Kollarını açıp yan yana duran insanlar gibiydiler.
Ve hepsinin yüzü önlerindeki dairelere bakıyordu.
O dairelerde bir şey vardı ve o taş insanlar, dairelerin merkezindeki “o şeyin” pervaneleri gibiydiler.
Onun cazibesine kapılmışlardı.
Sorular gittikçe derinleşecek, maddi bulgularla metafizik sorular birbirine karışacaktı.
Ama önce cevabı verilmesi gereken fiziki bir soru vardı.
Bu taşları oraya kim, nasıl getirmişti…
Basit bir soru gibi görünüyordu, ama cevabı kendisi kadar basit değildi.
Taşların ağırlığı 16 ton civarındaydı.
Tarih kitapları ve arkeoloji bilimi, yük hayvanlarının evcileştirilmesi hakkında kesin bir bilgiye sahip değil. Bilinen tek bilgi, eşeğin, M.Ö. 3000 yıllarında Mısır’da yük hayvanı olarak kullanıldığıydı.
Yani M.Ö. 8 bin yıllarına uzanan bu topraklarda yük hayvanlarının evcilleştirildiğine dair yeterince güçlü kanıt yoktu.
Bu kadar ağır taşı insan da kaldıramayacağına göre, 16 tonluk blokları oraya kim taşımış ve dikmişti…
Taşlar sanki ilahi bir güç tarafından taşınıp oraya konmuştu.
ÇEVREDE HİÇ İNSAN YOKSA BUNLARI KİM İNŞA ETTİ
BİR soru daha vardı.
Yapılan kazılarda, daireler, “T” taşları bulunmuştu ama bir şeye ait hiç iz yoktu.
İnsana…
Ne kadar geriye gitseler de oralarda insanın yaşadığı ve yerleştiğine dair bir ize rastlamamışlardı.
Ev duvarı yoktu. Ateş yakılıp yemek pişirilecek bir ocak izi yoktu.
Ayrıca bölgede su kaynağı da yoktu. En yakın su, 5 kilometre ötedeydi.
Öyleyse, insanların yaşamadığı bu bölgedeki dairelerin ve “T” taşlarının anlamı neydi ve onları oraya kim, ne için yerleştirmişti.
Fiziki sorular çoğaldıkça, mistik sorular da çoğalıyor ve bilimsel cevap bulmak güçleşiyordu.
Sonra bir gün daha eski dönemlere ait tabakalara indiler ve o çok acayip durumla karşılaştılar.
BİRİLERİ ALT KATMANLARDAKİ BİR ŞEYİN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK Mİ İSTEDİ
Burada yatay kazı yapıyorlardı.
Daha eski dönemlere gittikçe, karşılarına şöyle bir durum çıktı:
İç içe çok daire vardı.
Belli aralıklarla, o dairelerin üstleri toprakla örtülmüş ve başka daireler inşa edilmişti.
Eski daireler sağlam dururken, niye yeni daireler inşa edilmişti…
Acaba altta saklanmak, üzeri örtülmek, gizlenmek istenen bir şey mi vardı…
Daha bu sorunun cevabını vermemişken, karşısına bir başka soru daha çıktı.
Taşların üzerindeki hayvanların hepsinin iki ortak özelliği vardı…
BU ERKEKLERİN DİŞİLERİ NEREDE
Daha ortaya çıkardıkları ilk taştan itibaren şunu fark etmişlerdi.
Burası bir hayvanlar kozmosuydu.
Taşların üzerinde çok sayıda hayvan kabartması bulunuyordu.
Buldukları hayvan kabartmaları ise akrep, yılan, aslan, kartal, yabandomuzuydu…
Aşağılara doğru indikçe, kazıya katılanlar şunu fark etmişlerdi.
Bunların hepsi ölümcül hayvanlardı.
Yani, ya yukarıdan saldırıp alan götürenler, ya zehirleyip öldürenler, ya saldıranlar ya da parçalayanlardı.
Tabii, Anadolu gibi bir arkeoloji cennetinde, taşların üzerinde hayvan kabartmalarına rastlamak öyle şaşırtıcı bir şey değildi.
Sıradan bir şey deyip geçebilirlerdi.
Ama alt katmanlara doğru indikçe, kendilerini çok şaşırtan bir durumla karşılaştılar.
Buldukları kabartmalardaki bütün hayvanların hepsi erkekti…
Peki öyleyse bu erkeklerin dişileri neredeydi…
Bu sorunun cevabını bir öğleden sonra, daha altları kazdıklarında önlerine çıkan bir taş plaketin üzerinde bulacaklardı.
Plaketi görünce, hayretler içinde kalmışlardı.
Ama o taş tabletin üzerindeki desene gelmeden önce, Dr. Schmidt’i çok şaşırtan bir başka keşfe dönelim.
EN ALTTAKİ KABARTMALARI YAPAN MÜKEMMEL SANATÇI KİMDİ
2000’li yılların ortalarından itibaren o ağacın köklerinin epey derinlerine inilmişti.
Daireler daireleri izliyor ve sanki her şeyin başladığı ilk daireye doğru gidiyorlardı.
İşte o günlerde çok çarpıcı bir şeyin farkına vardılar.
Üst katmanlarda buldukları taş anıtların üzerindeki hayvan desenleri çağlarına göre normaldi. Yani çok uzman ve becerikli bir artistin elinden çıkmış gibi değildi. Çok eski mağaralarda bulunan duvar resimlerini andırıyordu.
Ancak ulaşılabilen en alt katmana inildiğinde hayretler içinde kaldılar.
Çünkü zamanımızdan 11 bin yıl önceki bu tabletlerin üzerindeki desenler mükemmeldi.
Sanki usta bir sanatçının elinden çıkmıştı.
Ayrıca “T” taşlarının işçiliği de mükemmeldi.
Bu arada “T” taşlarının bir başka özelliğini daha keşfetmişlerdi.
Kılıcı andıran dikmelerin hepsinde ortak bir oran vardı.
Eni, kalınlıklarının en az 5 katıydı.
Acaba bu oran da “Pi” gibi bir şeyi mi ifade ediyordu.
O andan itibaren düşünmeye başladılar.
En baştaki bu “mükemmel sanatçı” kimdi…
İnsan eli, ondan binlerce yıl sonra çok daha beceriksiz ve kaba kabartmalar yaparken, o mükemmel sanatçı bunları nasıl yapabilmişti…
Derine indikçe, daha karanlığa gömülüyorlardı…
Neresiydi burası…
Kim tasarlamıştı bu tuhaf mekânı…
Dr. Schmidt işte o gün defterine şu notu yazacaktı:
“Çözdüğümüz her bilmece, iki bilmece daha doğuruyor…”
İşte tam o sırada, karşılarına öyle bir taş tablet çıkacaktı ki, hepsinin gözleri o ağaca dönecekti…
KİM TASARLADI
Göbeklitepe kazıları henüz başlangıcında. Ama ortaya çıkan şu görüntü, bize çok şey anlatıyor. Daireler ve “T” taşları. Mekân sanki görünmeyen bir el tarafından ayin için hazırlanmış.
SEVİŞME Mİ, DOĞUM MU
Dr. Schmdt’i en çok düşündüren bulgulardan biri bu çıplak kadın kabartmasıydı. Tabletler üzerindeki hayvan kozmosunun ortasında tek dişi varlık oydu.
HOCAM ŞUNA BİR BAKAR MISINIZ
2000’li yıllar geçerken arkeoloğun kafasında hâlâ şu soru vardı:
Bu erkeklerin dişisi nerede…
Cevabını bir sabah alacaktı.
O gün yapılan kazıda yeni bir taş plaketi ortaya çıkarmışlardı.
Üzerindeki toprağı küçük fırçalarla temizlediler.
Öğleye doğru, tabletin üzerindeki şekil ortaya çıkmaya başlamıştı.
Akşamüzerine doğru, yardımcılarından biri, koşarak Dr. Schmidt’e geldi ve “Hocam şuna bir bakar mısınız” dedi…
Dr. Schmidt tabletin üzerindeki desene baktığında donup kaldı.?Karşısında çırılçıplak bir kadın deseni duruyordu…
Doğuran kadın…
Belki de ilk kadın…
Karşısında bir ağaç duruyordu.
Önünde ise çıplak bir kadın…
Hıristiyan hafızası, iki görüntüyü anında birleştirdi…
Aradığı her şey artık karşısındaydı.
Şanlıurfa Müzesi’nde kimsenin dikkatini çekmeyen sessiz kadın konuşmaya başlamıştı.
YARIN
HER ŞEY O AĞACIN ALTINDA MI BAŞLADI
-Tabletin üzerindeki çıplak
kadın ne yapıyor. Kadın sevişmeye mi hazırlanıyor, yoksa doğum yapmaya mı.
-Tevrat ve İncil’de sözü edilen Cennet Bahçesi nerede? İlk günah nerede işlendi?
-Tanrı ne zaman doğdu? “Tanrı mı insanı yarattı, yoksa insan mı Tanrı’yı” sorusunun cevabını o ağacın altındaki “inanç karadeliği”nde bulabilecek miyiz.
-Yoksa bütün bu soruların cevabı, geçen perşembe mezara dökülen toprakla kaybolup gitti mi.
KAYNAK: http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/67/Ertugrul-ozkok/40082/Kozmik-isaret
You must be logged in to post a comment.