LİBYA’YI ‘GÖZÜ’ PAHASINA SAVUNMUŞTU

Sembolümüz daima Plevne’de doğan millî ruh olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Trablusgarp, Bingazi, Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı, Sakarya, Büyük Taarruz ile 9 Eylül İzmir’in kurtuluşuna uzanan mücadelesiyle bir kahramandır. Sonrasında da 1922’den 1938’e ulaşan hayatındaki iradesi, kararlılığı ve cesaretiyle bir siyasi kahramandır. 1912 yılının 16/17 Ocak günü genç bir Osmanlı zabiti, İtalyanları işgal ettiği Trablus’tan atmak için bir plan yapar. Bunun için ilk hedef harabe halindeki Kasr-ı Harun’dur. Burasının önemi civara hakim durumda bulunması ve elinde bulunduran tarafın, karşı tarafın ateşlerine karşı bir müdafaa hattı kurmasını mümkün kılmasıdır.
Kasr-ı Harun’u ele geçirmek için taarruza karar verir. Boğaz boğaza bir mücadele başlar. Tam merkez binasından içeri girilirken alçaktan uçan iki İtalyan uçağı bombalarını koyverir. Harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası, genç zabitin gözüne çarpar. Bir elinde kılıcı bir elinde mendili sol gözünü kapatan bu zabit, daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olacak Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal’den başkası değildir. Sol gözünün hafif şehla olması, Libya’yı İtalyan işgalinden kurtarmak istemesinin bedeli olmuştu.
Bu kısa anekdottan sonra İtalyanların Trablus’u işgalinin öyküsünü çeşitli kaynaklara dayanarak kısaca aktaralım… Fakat daha önce Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine kimi rehber kahraman aldığını hatırlatmakta fayda var.

Mustafa Kemal’in rehber kahramanı
Sofya’da Ataşemiliter vazifesiyle bulunan Binbaşı Mustafa Kemal (Bu görevi 27 Ekim 1913-20 Ocak 1915 tarihleri arasındadır), burada iken, Çetine, Belgrad ataşeliklerine de bakmakla görevlendirilmişti. Sofya’da Türk gençleri ile yaptığı konuşmalardan birinde, gençlerden birisinin “Siz Türk tarihinde kendinize bir rehber seçtiniz mi?” sorusuna karşılık “Ben kendime Gazi Osman Paşa’yı rehber olarak seçtim. Ömrüm boyunca onun yolunu takip edeceğim. Türk Milleti Plevne’de yeniden kendini bulmuştur. Millet yolundaki mücadelemizde daima sembolümüz Plevne’de doğan millî ruh olacaktır. Felaket günlerinde Plevne harbini ve Osman Paşa’yı düşüneceğim, sizin de kahramanlık sembolünüz Gazi Osman Paşa olsun” cevabını vermiştir. (Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, III. Baskı İstanbul 1958, s. 111)

Kuzey Afrika’nın paylaşımı
Trablusgarp savaşının nedenleri arasında İtalya’nın siyasi birliğini kuramamış olmasından dolayı 16. yüzyılda başlayan sömürgeleşme hareketlerinin dışında kalması gösterilebilir. İtalya 1870 yılında siyasi birliğini sağladığında sömürgelerin çoğu İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılmıştı. 1881’de Fransa’nın Tunus’u işgali, ardından da İngiltere’nin 1882’de Mısır’ı ele geçirmesinden sonra İtalya, Kuzey Afrika’da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’la(Libya) ilgilenmeye başlamıştı. Aslında Doğu Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurmak isteyen İtalya’nın Trablusgarp’la ilgilenmesi yeni değildi. 1890 yılında, İtalyan başkanı Francesco Crispi’nin, İngiliz lordu Robert Gascoyne-Cecil yazdığı özel bir mektupta, Trablusgarp’la ilgilendiklerini belirttiği bilinmektedir. Ancak Crispi 1891’de başkanlıktan inince, Trablusgarp planları da rafa kalktı ve savaş 20 yıl beklemiş oldu. 1898 yılında İngiltere ve Fransa arasında, Kuzey Afrika’daki sömürgelerin paylaşımı yüzünden çıkan ‘Faşoda Buhranı’ sonunda Kuzey Afrika’nın paylaşımı yapıldı ve böylece Trablusgarp da İtalya’ya bırakıldı.

Bir avuç subay, savaşmak üzere bölgeye koşmaya karar verdiler.

Bu kısa bilgiden sonra Trablusgarp savaşının sebepleri, gelişimi ve sonuçlarını da şöyle sıralayabiliriz:
Sebepleri:
* Siyasi birliğini geç kuran İtalya’nın sömürgecilik faaliyetlerine girişmesi.
* İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ve başarılı olamaması.
* İtalya’nın Habeşistan yenilgisi üzerine yeni yerlere göz dikmesi.
* İtalya’nın diğer Avrupa devletleri ile anlaşması.
* Trablusgarp’ın İtalya’ya yakın ve savunmasız olması.
* Trablusgarp’ın ticaret yolları üzerinde bulunması ve zengin maden yataklarına sahip olması.
Gelişimi:
* İtalya, Rusya ile Racconigi Antlaşması’nı yapmış, Rusya boğazlara karşılık İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesini desteklemiştir (1909).
* İtalya, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ı gelişmişlikte geri bıraktığı ve bölgedeki İtalyanlara kötü davrandığı iddiasıyla Osmanlı’ya ültimatom çekmiştir.
* Osmanlı Devleti’nin görüşme isteğine rağmen İtalya, Trablusgarp’ı işgal etmiştir.
* Mustafa Kemal Trablusgarp ve Derne’de, Enver Bey de Bingazi’de başarılar kazanmıştır.
* Savaşın uzun sürmesi İtalya’yı maddi sıkıntıya sokmuş, savaşın bitmesini isteyen halkın tepkisi üzerine İtalya, Osmanlı’yı barışa zorlamak için Oniki Ada’yı işgal etmiştir.
* Bu sırada I.Balkan Savaşı başlaması, Osmanlı’yı zor durumda bırakmış ve Osmanlı Devleti İtalya ile Uşi Antlaşması’nı imzalanmıştır
Uşi Antlaşması
* Trablusgarp ve Bingazi İtalya’ya bırakılacak.
* Oniki Ada, Balkan Savaşı’ndan sonra geri alınmak üzere geçici olarak İtalya’ya bırakılacak.
* İtalya, kapitülasyonların kaldırılması konusunda Osmanlı’ya yardım edecek.
* Trablusgarp ve Bingazi’nin Duyun-u Umumiye İdaresi’ne ödediği borçları İtalya ödeyecek.
* Trablusgarp ve Bingazi dini bakımdan Osmanlı halifesine bağlı kalacak.
Sonuçları:
* Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da toprağı kalmamıştır.
* İtalya Ege Denizi’ne yerleşmiştir.
* İtalya Doğu Akdeniz’de önemli bir güç olmuştur.
* Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı anlaşılmıştır.
* Oniki Ada geri alınamamış.
Çölde bir avuç gönüllü
Bugün Libya denilen topraklar, 1911 yılında Türklerin idaresinde iken Trablusgarp vilayeti ve bağımsız Bingazi sancağı olarak tanınırdı. İtalya’nın, Trablusgarp’ı denizden abluka altına alması ve daha sonra savaş ilanı ile 5 Ekim 1911’de karaya asker çıkarmasıyla Trablusgarp harbi başlamıştır.
Trablusgarp savaşı başladığında Osmanlı’nın bölgeye gidecek hali yoktu. Bir avuç subay, kendilerinden 10 kat fazla kuvvete karşı savaşmak üzere karayoluyla ve gizlice bölgeye koşmaya karar verdiler. Binbaşı Mustafa Kemal de çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat’la birlikte yola koyuldu. Harbiye Nezareti, “Yakalanırsanız ’Hükümetin bilgisi dışında seyahat ediyoruz’diyeceksiniz” diye tembihlemişti.

Arap kılığına bürünmüştü ama mavi gözleri onu ele veriyordu.

Mustafa Kemal, “Şerif” takma adıyla, Tanin gazetesinin bir muhabiri kimliğiyle gidiyordu. (Enver Behnan Şapolyo Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi s, 107., Ali Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, 1980., s. 133-135.) Yolda hastalandı. 15 gün İskenderiye’de yattı. Kasım sonu önce trenle Mısır’a girdiler. Çölü aşmak için bir süre atla, 8 gün deve sırtında seyahat ettiler. Develerin yükü artınca yaya yürüdüler. Geceleri çadırda kalıyorlardı. Mustafa Kemal fasulye ayıklıyor, Fuat pişiriyordu. Susuz, ağaçsız Mısır çölünü, rüyalarında Rumeli’yi görerek aştılar.
Son tren istasyonunda Mısırlı bir subay kimlik kontrolü yaptı. Arap kılığına bürünmüşlerdi, ama mavi gözleri Mustafa Kemal’i ele veriyordu. Yakalanacaklarını anlayınca, kimliğini açıkladı; Mısırlının dini duygularına hitap etti:
“Gâvurlara karşı kutsal cihada katılmaya gidiyoruz” dedi.
Sınırı böyle geçtiler. Üniformalarını giydiler; silahlarını gizledikleri yerlerden çıkarıp savaşa katıldılar.
Bir avuç gönüllü, şimdi Kuzey Afrika’daki son vatan toprağını savunacaklardı.
Trablusgarp vilayeti ve
Bağımsız Bingazi Sancağı
Mustafa Kemal Mısırlı bir zabitin yardımıyla 15 Ekim 1911’de Trablusgarp hududundan harp sahasına girer. Daha önce toparlanmaya başlayan kuvvetlere katılarak Ethem Paşa kuvvetlerinin Kurmay Başkanı olarak mücadeleye başlar. 27 Kasım 1911’de Mustafa Kemal Binbaşı rütbesini alarak Kurmay Binbaşı olarak Bingazi-Derne-Tobruk bölgelerinde 18 Aralık 1911 ile 11 Mart 1912 tarihleri arasında savaşır. 9 Ocak 1912’de Tobruk taarruzunu başarıyla idare eder. 11 Mart 1912-24 Ekim 1912 arasında Tobruk (Derne) Komutanlığına tayin edilir. (Gn. Kur. a.g.e, s. 43 )  İbrahim Tali Öngören 1939’da Ulus gazetesinde yayınladığı hatıratında “Derne karargahına akşamüstü vardığımda Enver Bey (Paşa), Nuri (Conker), Müşir Fuat Paşa, oğlu Reşit Beyler ve başka zabitlerce karşılandık. Bana Bingazi mıntıkası sıhhiye reisliği vazifesi verildi” der.
Enver Bey, Trablus’ta yerli Arapları teşkilatlandırarak savunmaya katılmalarını sağladı ve Askeri birlikleri üç komutanlığı ayırdı.
Trablus Komutanlığı:
Kurmay Albay Neşet Bey
Bingazi Komutanlığı:
Kurmay Binbaşı Enver Bey
Derne Komutanlığı: Kurmay
Binbaşı Mustafa Kemal
Seyahati sırasında binbaşılığa yükselen Mustafa Kemal, 8 Aralık 1911’de Trablusgarp’a geldi. 22 Aralıkta Tobruk Savaşı’nı kazandı. Derne’de 16/17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gören Mustafa Kemal, 6 Mart 1912’de Derne komutanı oldu. Derne’de başarılı savunma muharebeleri yaptı.
Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı’nın çıkması üzerine 15-18 Ekim 1921 tarihleri arasında, Osmanlı-İtalyan delegeleri arasında imzalanan Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması ile sona erdi. Antlaşmaya göre Trablusgarp ve Bingazi tam bir İtalyan sömürgesi oldu. İtalya bununla da yetinmeyerek, 5 Kasım 1911’de Trablusgarp ve Bingazi’yi topraklarına kattığını dünyaya duyurdu. Gönüllü subaylar Balkan Savaşında görev almak üzere İstanbul’a döndüler.
Düşmana en güçlü
yerinden saldır
Mustafa Kemal Libya’ya ilk 20 Eylül 1908’de gitti. Aşiret şeyhleri halkı, hürriyete karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Mustafa Kemal ’Düşmana en güçlü yerinden saldır’ilkesini ilk orada uyguladı. İkinci kez ise gazeteci kimliğiyle gidiyordu. Kasr-ı Harun’u ele geçirirken gözüne gelen kireçli taş parçası yüzünden az daha gözünden oluyordu.

Sizi ya öldürecekler veya bir vapura koyup gönderecekler.

Atatürk’ün Libya dönemi, onun askerlik, siyaset, hitabet, örgütleyicilik konusundaki ilk deneyimi sayılabilir.
İsyanı nasıl bastırdı?
Libya’da II. Meşrutiyet’e karşı isyan çıkmıştı. Aşiret şeyhleri halkı, hürriyete karşı ayaklanmaya çağırıyordu. Meşrutiyeti Hilafet’e karşı görüyorlar, Osmanlı’ya meydan okuyorlardı.
Mustafa Kemal, Trablusgarp’a gönderileceğini İttihat Terakki Genel Merkezi’nin toplantı salonundaki kara tahtada yazılı bir nottan öğrendi. Bunun parti yöneticilerinin, kendisini Selanik’ten uzaklaştırmak için bir oyunu olduğunu düşündü. Yine de gitmeye karar verdi. Aldığı 1000 altın harcırahla denizden yola çıktı.
Trablusgarp’taki manzara bugünkünden farklı değildi. Aşiretler isyan etmişti. Türkler kolları bağlı halde vapurlara bindirilerek tahliye ediliyordu. Vapurun demirlediği sahilde bir rıhtım bile yoktu. Bir Arap kayıkçı Mustafa Kemal’i bomboş bir kumsala bıraktı. Karşılamaya da kimse gelmemişti. Bir süre elinde çantayla otel arayan Mustafa Kemal, bulamayınca sahile döndü. Bavulunu yastık yapıp kumsala uzandı.
Bir süre sonra, yaverliğine verilen Teğmen Murat’la, o günlerde ölen Trablusgarp Valisi Recep Paşa’nın köşküne yerleşti. Trablusgarp Polis Müdürü Cemal Bey’den aldığı ilk bilgi korkutucuydu:
“Asi aşiretler kenti ele geçirdi. Sizi ya öldürecekler veya bir vapura koyup gösterilerle geri gönderecekler.”
Mustafa Kemal, hayatı boyunca rehber edineceği bir ilkeyi ilk kez orada uyguladı: “Düşmana en güçlü yerinden saldır!”
Yanında sadece Arapça bilen yaveri Murat olduğu halde isyancıların üslendiği medreseye gitti. Kalabalığı yararak camiye girdi ve “Sizi yönetenler neredeyse, beni oraya götürün” dedi.
“Kimsiniz siz?”
Az sonra medresede kendisine gösterilen odaya daldı ve odadakilere “Siz kimsiniz, ne yapmak istiyorsunuz” diye bağırdı.
O kadar kendinden emin görünüyordu ki, odadakiler 27 yaşındaki bu zabitin bir orduyla gelip kendilerini kuşattığını sandılar. Onlarla konuşunca asıl sorunlarının yeni idarede, eski imtiyazlarını kaybetmek olduğunu anladı.
“Ben sizin çıkarlarınızı korurum, ama izin verin burada toplanan halkla konuşayım” dedi. Gece, avludaki havuzun başında, tercüman aracılığıyla isyancılarla konuştu:
“Ey din kardeşlerim! Memleketinizin korunması için güç birliğine ihtiyacımız var. Ayrılırsak güçsüz kalırız” dedi.
İlk temasta dikkat çekmişti. Yabancı kaynaklarda, Mustafa Kemal hakkında yazılmış en eski konsolosluk raporları o döneme aittir ve Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a varmasından sadece 2 hafta sonra kaleme alınmıştır…
’Etkili bir konuşmacı
kararlı bir kişilik’
Fransız Konsolosu A. Alrick’in, Fransız Dışişleri Bakanlığı’na 3 Ekim 1908’de  yolladığı rapor:
“Selanik İttihat Terakki Komitesi üyesi olan bir Türk subayı, birkaç günden beri bu civarda olup bitenler ve kişiler hakkında soruşturma yapmaktadır. Kendisinin, birçok yüksek memur ve eşrafı anayasaya ve ilkelerine sadakat yemini yapmaya davet ettiği, hürriyet ilkesi konusunda dindaşlarının menfi davranışıyla veya hiç değilse bazı tereddütleriyle karşılaştığı söylenmektedir.”

Bana bir emirlik verseler de burada bir hükümet kursam.

Britanya’nın Trablusgarp Konsolosu Alvarez’in raporu:
“Beş gün kadar önce Tripoli’de geniş bir dinleyici topluluğu karşısında partisinin ilke ve amaçlarını anlattı. Düşüncelerini etkili ve akıcı üslupla dile getiren bir konuşmacı. Geçen gün bana uğramıştı. Çok sakin ve az konuşan bir ruh hali içindeydi. Bende, daha sonra doğrulanacağına inandığım, enerjik ve kararlı mizaç sahibi bir kişi izlenimi bıraktı.”
Kasr-ı Harun Taarruzu
Fuat Bulca savaşın en kritik gününü Cemal Kutay’a şöyle anlatmıştır:
“Mustafa Kemal, bir taarruza karar verdi. (…) Her şeyi hazırladık. Hedefimiz Kasr-ı Harun idi. Burası, zannederim Kartacalıların zamanından kalan bir harabe idi, civara hâkimdi ve onu elinde bulunduran tarafın, karşı tarafın ateşlerine karşı bir müdafaa hattı kurması mümkün olacaktı. Cidden çok kıymetli bir kurmay olan Mustafa Kemal, burasını ele geçirmek için günlerce dikkatli bir plan hazırladı. (…) Yanındaki az sayıda arkadaşlarıyla süvari hücumuna kalkıştı. Kendisini zaptedemedim. Nitekim kısa bir zaman sonra, ben artçı kuvvetlerle kalmıştım; o, Kasr-ı Harun’un ilk basamakları önüne erişmişti. Burada boğaz boğaza bir boğuşmadır başladı. Harabenin duvarlarının arkasında geçen bu mücadelenin safhalarını göremiyordum.
”Biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken Mustafa Kemal’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü. İşte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. İki İtalyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. (…)
“Mustafa Kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti.”
Gözündeki Libya hatırası
Ocak 1912’deki bu baskından sonra Mustafa Kemal, Derne’de Kızılay Hastanesi’ne yatırıldı. Gözü kanlıydı. Ateşi vardı. İlk müdahaleyi oradaki Sıhhiye Reisi İbrahim Tali yaptı. Selanik’e dönmesi tavsiyesini dinlemedi. Bir ay kadar hastanede yattı. Derne Komutanlığı’na atanınca iyileşmeden kalkıp savaşa katıldı, ancak hastalığı tekrarladı. 15 gün yataktan kalkamadı. Gözlerini açamayacak haldeydi. Yaralı gözü görmüyordu. “Zamanla açılır” diyen doktorlara inanmıyordu.
Öngören, Mustafa Kemal ile konuşmasını anlatırken; Gazi’yi ziyarete gittiğini Mustafa Kemal’in bir gözüne kan oturduğunu, sık nefes aldığını, elini sıkarken de ateşi yüksek olduğunu belirtir. Ateşi ölçer, kendini takdim eder. Mustafa Kemal “Hoşgeldiniz, nereden geliyorsunuz? Seyahat nasıl geçti?” diye sorular sorar, Öngören “Ne vakitten beri rahatsızsınız? Neden geride Mısır’dan gelmiş olan Kızılay Hastanesi’nde istirahat etmiyorsunuz?” gibi sorular sorar. Mustafa Kemal bunların hiçbirini duymaz bile. Daha sonra ikazlar ve oradaki arkadaşlarının ısrarı, Enver Bey’in müdahalesiyle hastaneye götürülür. Göz hekimi Münir’in ihtimamı sonucu on beş yirmi gün zarfında Mustafa Kemal Bey iyileşerek Derne Kumandanlığını yine ele alır. (Enver Behnan Şapolyo Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi., s. 109) Trablusgarp’a ait bir hatıra da İbrahim Tali nakletmektedir. “ Arkadaşlarının dediklerine göre Mustafa Kemal Trablusgarp’ta iken ” -Bana bir emirlik verseler de burada bir hükümet kursam! “ diye söylemiş. (Enver Behnan Şapolyo a.g.e., s. 110, I. Tali Öngören, Ulus Gazetesi, 10.11.1939)

Şeyh Mansur ben sana haddini bildireceğim. Haydi çık dışarı!

Ayn-ı Mansur Karargâhı’ndan, Kerim Bey’e yazdığı 22 Mayıs 1912 tarihli mektupta gözlerindeki rahatsızlığı şöyle anlatır:
“Aziz Kardeşim Kerim Bey,
…Tobruk’ta birkaç gün kalarak başarılı bir netice veren 22 Aralık 1911 Muharebesi’ni yaptıktan sonra Derne’ye geldik.
Derne Kuvvetleri, Derne Vadisi’yle iki kısma ayrılmış bir haldedir. Enver zaten batıdaki kuvvetle bulunuyor. Nuri’yi de onun Kurmay Başkanı yaptık. Ben de Fuat’ı alıp Doğu Kolu Kumandanı sıfatıyla Doğu Kuvveti’ne katıldım. Yollarda oldukça yorulmuş, ıslanmış, üşümüş, sefalet çekmiştik. Derne’de de henüz başlangıç halinde bulunulduğu için sefaleti gidermek mümkün olamamıştı.
16/17 Ocak 1912 Baskını’yla başlayan 17 Ocak Muharebesi gecesi ve günü zaten hastalıklı görünen sol gözüm kanlandı ve görmez oldu. Istırabın derecesi vazife yapmama mani oldu.
Hilâliahmer (Kızılay) Hastanesi’ne yattım. Bir ay tedaviden sonra tam olarak göremediğim halde hastaneden çıktım.
Vaziyet biraz büyüdüğü için Enver Umum Kumandan, ben de Derne Kuvvetleri Kumandanı oldum. Bu sırada idi ki, 3 Mart 1912 günü umumi bir muharebe oldu. Bugün de olağanüstü yorgunluk ve açlık ve muharebe geceye kaldığından soğuğa maruz kaldık. Bunun sonucu olarak gözümün rahatsızlığı ertesi gün nüksetti.
On beş gün kadar yataktan kalkamadım, gözlerimi açamadım. Nihayet ıstırap geçti, tekrar işe başladık. Fakat sol gözüm daha az görür oldu.
Doktorlar Mısır’a gitmemi tavsiye ettiler. Ben razı olamadım. Nihayet bugüne kadar görme derecesinde bir fark görülemeyecek o derecenin yerleştiğine hükmedilmiştir. Gerçi uzman doktor zamanla açılacaktır diyor, fakat ben inanmıyorum.
Bu harbin bitmesinden sonra askeri hayata veda ederek istirahat köşesine çekilebilmek ihtiyacı bilmem nasıl sağlanacak?
…Bu mektubun salimen size ulaşacağından emin olduğum için bu kadarla yetiniyor ve mektubunuzu, hatta telgrafınızı bekliyorum. Hürmetle gözlerinizden öperim kardeşim.”
Binbaşı Mustafa Kemal, yukarıdaki mektubu gönderdikten bir süre sonra, önce takma isimle Kahire’de hastanede kalır..
Mustafa Kemal, 24 Ekim 1912 günü Derne’den ayrıldı. Mısır ve Romanya üzerinden İstanbul’a döndü. Daha sonra Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Bey’le Viyana’ya gider. Prof. Fox’a muayene olur ve bir de ufak operasyon geçirir. Gözündeki hafif şehlalık Trablusgarp harbinden kalmadır.
Bingazi’de şeyhe bağırdı:
’Hadi çık dışarı!’
Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta 1 ay kaldı. Dönüş yolunda Bingazi’ye uğradı. 2.5 ay kadar kalacağı Bingazi’de bölgenin idaresini elinde tutan Şeyh Mansur’la tanıştı.
Kaldığı küçük otelin salonunda otururlarken bir telaş olmuş, “Şeyh Mansur hazretleri”nin geldiği söylenmişti. Bingazi’de Osmanlı’nın bir sancak başkanı olduğu halde bütün güç bu Şeyh’in elindeydi. Gücünün kırılması gerekliydi.
O yüzden Şeyh salona girdiğinde herkes ayağa kalkarken Mustafa Kemal, yerinden kımıldamadı bile… Oturması için yer göstermediği Şeyh’e dönüp şöyle dedi:
“Şeyh Mansur! Sen hiç sıkılmaz mısın? Buradaki sancak teşkilatının senin iradene uyacağını sanarak birtakım cüretkârlıklarda bulunuyorsun. Bu küstahlığın derecesini fark etmiyor musun? Ben sana haddini bildireceğim. Haydi çık dışarı!”
Şeyh Mansur, boynunu bükerek çıktı. Polis ve jandarma hayrete düşmüştü.

Bu ilk savaşında gayrinizami harp taktiklerini öğrenmişti.

Kuran üzerine yemin
Mustafa Kemal, yeniden buluştuklarında Şeyh Mansur’a Meşrutiyet’i anlattı.
Şeyh, eline bir Kuran-ı Kerim alıp Mustafa Kemal’e uzattı:
“Meşrutiyet idaresinin Halife Efendimize kötülük yapmayacağına dair bu kitap üzerine yemin eder misiniz?”
Mustafa Kemal, Kuran’ı alıp öptü ve “Bu kitap ve namusum üzerine ant içerim ki Halife’ye bir kötülük yapılmayacak” dedi.
Ayaklanma bir süre için durdu; Osmanlı otoritesi sağlandı.
Ancak bu, uzun sürmeyecek, Eylül 1911’de İtalyanlar Trablusgarp’a saldırınca Mustafa Kemal’e yeniden yol görünecekti.
Daha sonra, Atatürk’e ümitsiz ve sonuç bakımından faydasız olan bu işe neden giriştiği sorulduğunda: “Bunun böyle olduğunu o sıralarda ben görüyordum. Ancak, orduda ve akranım olan subaylar arasında maddî ve manevî sıramı muhafaza etmek için buna mecburdum. Esasen İstanbul’da beni fiilen işsiz bırakıyorlardı” cevabını vermişti.
Mustafa Kemal, aslında bu savaşın akıllıca bir iş olduğuna inanmıyordu. Çünkü, daha büyük bir tehlikenin Balkanlar’dan geleceğini biliyordu. Fakat, savaş alanındaki başarıları O’nun parti içindeki durumunu sağlamlaştırabilirdi. Bundan başka, Mahmut Şevket Paşa, O’na İstanbul’da göz açtırmıyordu. Ayrıca kendisinden önce Kuzey Afrika’ya giden Enver Bey’den geri kalmak da istemiyordu. Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in komutanlık ve teşkilât kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk yer olmuştu.
İlklerin savaşı
Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in de belirttiği, gibi, ümitsiz bir savaştı. Fakat onun bu savaşa katılması, birçok yönlerden kendisine fayda sağlamıştı. Öncelikle, O’nun Trablusgarp’a gitmesi, akranı olan subaylar arasında maddî ve manevî sırasını muhafaza etmesini sağlamış; harp sahasında iken binbaşılığa terfi ettirilmişti. Ayrıca Trablusgarp Savaşı, onun ilk savaşıydı, burada gayri nizamî harb taktiklerini öğrenmişti.
Trablusgarp Savaşı, içinde barındırdığı bazı ilkler sebebiyle de ayrıca ilginç bir savaştır. Dünya tarihinde ilk kez uçakların savaş aracı olarak kullanılması bu savaşa rastlar. Trablusgarp Savaşı’nda İtalyan uçakları savaş sırasında bombalama ve bildiri dağıtma gibi görevler üstlenmişlerdi. İtalyan pilot Giulio Gavotti 1 Kasım 1911’de dünya tarihinde ilk kez uçaktan Osmanlı askerlerinin üzerine bomba atarak bir hava saldırısı gerçekleştirdi. Bunun için İtalyanlar dünyada bir ilki gerçekleştirmişlerdir.
Trablus’taki hava harekatı yapılırken siyasi ve psikolojik sonuçlar elde etmek için Osmanlı hatlarının gerisine ve Araplar’ın üzerine bildiriler atılmıştı. Tarihte uçak ile atılan ilk bildiri şöyleydi:
“Trablus’lu Araplar’a: Bizimle gelmek için ne bekliyorsunuz? Camilerinizde ibadet etmek arzusunu duymuyor musunuz? Ailelerinizle sakin yaşamak istemiyor musunuz? Bizim de kitabımız var, biz de namuslu ve dindarız. İtalya, babanızdır. Çünkü Memleketimiz, anneniz Trablus’la evlenmiştir.”

Trablus’u Turgut Reis, Malta Şövalyeleri’nin elinden aldı.

Yazı dizimizi bitirirken Trablus’n fethi hakkında kısa bir tarihi bilgi verelim.
1551 yılında gerçekleştirilen ve Osmanlı İmparatorluğu’nun, Malta Şövalyeleri’nin elinde bulunan Trablus şehrine yaptığı kuşatma. 14-15 Ağustos 1551 tarihinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun Trablus’u ele geçirmesiyle sonuçlandı.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın yetiştirdiği ve onun takipçileri olan Turgut Reis, Salih Reis, Piyale Paşa gibi ünlü denizciler fetihleri sürdürdü. Böylece, Hayrettin Paşa’nın ölümünden sonra da Türk denizciliği gelişmeye devam etti. Kutsal Roma Germen İmparatoru Şarlken, Müslümanlardan aldığı Trablusgarp’a Sen Jan Şövalyeleri’ni yerleştirmişti. Kanunî Sultan Süleyman Akdeniz’deki hakimiyetini güçlendirmeyi ve Trablusgarp’ın Osmanlı topraklarına katılmasını istiyordu. 1551 yılında Turgut Reis komutasındaki Osmanlı donanması, Sen Jan Şövalyeleri’nin elindeki Trablusgarp’ı aldı. Kaptan-ı derya Sinan Paşa yönetiminde olan ve Salih Reis ile Turgut Reis’in eşlik ettiği donanmanın, temmuz 1551’de Gozo adasını ele geçirdikten sonra, 18 Temmuz 1551 günü Malta adasına yaptığı saldırı başarısızlıkla sonuçlandı. Kısa bir süre sonra ise, iki ülke arasındaki ittifak gereğince Osmanlı askerlerine ek olarak Fransa Krallığı’nın İstanbul elçisi Gabriel de Luetz’ün de iki kadırga ve bir galyot ile destek verdiği kuvvetler, Malta Şövalyeleri’nin kontrolündeki Trablus’u kuşattı.
Öte yandan Trablus, Gaspard de Vallier tarafından yönetilmekteydi. Bu dönemde şehirde yaklaşık 30 ile 200 arası şövalye ile 630 kadar Calabrialı ve Sicilyalı paralı asker bulunmaktaydı.
Sinan Paşa komutasındaki gemiler, altı gün kadar süren bombardımanın ardından, 14-15 Ağustos 1551 günlerinde şehri ele geçirdi. Tacura’yı üs edinmiş olan Murad Ağa da saldırıya karadan ve denizden destek verdi.
Çoğu Fransız olan şövalyeler, Fransa elçisinin müdahalesiyle Malta’ya dönerken; esir alınan paralı askerler ise serbest bırakıldı. Gabriel de Luetz Malta’ya vardıktan sonra, şövalyeleri adaya getirmesi hakkında II. Henri’ye bir mektup yazdı.
V. Karl ve Papa III. Julius, de Luetz’ü; Osmanlı İmparatorluğu’nun Trablus’u alması yönünde cesaretlendirdiği şüphesiyle eleştirdi. Osmanlıların elde ettiği zaferin ardından düzenlediği ziyafete de Luetz’ün de katılmasını V. Karl, bu kuşatmada Fransa kuvvetlerinin de yer aldığının göstergesi olarak yorumladı.
Şehrin alınmasının ardından kurulan Trablusgarp Eyaleti’nin beylerbeyliğine, saldırılara destek veren Tacura şehrinin beyi Murad Ağa getirildi.
1551’deki İtalyan Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edilen Trablus Kuşatması’nın ardından, Marsilya’daki Fransa kadırgalarının Osmanlı Donanması’na katılması emredildi.
Trablusgarp ve Bingazi 1551’den 1912’de İtalyanlarla imzalanan Uşi (Quchy) antlaşmasına kadar 361 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştı.

Kaynakhttp://www.yenicaggazetesi.com.tr/libyayi-gozu-pahasina-savunmustu-96513h.htm

Leave a Reply