Beyrut Kasabı’nın Huzurunda Bir Türk Başbakanı-Fatma Sibel Yüksek/Açık İstihbarat
Şaron, Erdoğan’ı son derece dalgacı bir hava içinde dinledi, söz kendine gelince de
Önce uzunca bir süre sustu..Sonra koca göbeğini hoplata hoplata tam 3 dakika güldü..Evet güldü! Şaron’un bu şen kahkahasına İsrailli gazetecilerden de eşlik edenler oldu..
Acaba Beyrut Kasabı neyi bu kadar komik bulmuştu?
*******
Tarihe “Beyrut kasabı” olarak geçen eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un uzun süredir bağlı tutulduğu yaşam ünitesinde hayatını kaybettiği haberi gelince, Tayyip Erdoğan’ın 8 yıl önce İsrail’e yaptığı ziyareti hatırladım.
Bu seyahatten kamuoyuna yansımayan önemli bilgiler var. Bunları, 2006 yılında Başbakanlığın Bilinmeyenleri adlı kitabımda yayımladım ama bu kitap ikinci baskıyı yapmadığı gibi, var olan tek baskı da yıllar önce tükendi. “Talep olmadı” demişti yayınevi sahibi..Doğrudur; zira halkımız, Tayyip Bey’in seyahatlerini Fehmi Koru’nun, Hasan Cemal’in vs. objektifinden izlemeyi tercih ediyordu o yıllar…
Olaya geçelim…
3 Mayıs 2005…Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘ın resmi İsrail gezisine, THY’nin tahsis ettiği özel bir uçakla kalabalık bir heyet halinde Ankara’dan yola çıktık.
Dışişleri yetkilileri ve Erdoğan’ın sözüm ona “Dış politika” danışmanları, çoğu zaman olduğu gibi bu kez de İsrail’e gidebilmek için Telaviv nezdinde yoğun bir lobi çalışması yapmak zorunda kalmışlardı.
Zira Tayyip Bey, başbakan düzeyinde yapılacak ziyaretlerin “karşılılıklık ilkesi” çerçevesinde yapılması gerektiğini anlamıyor, en son hangi ülkeye gidilip gelindiğine bakmaksızın canının istediği her yere çat kapı gitmek istiyordu. Kendisinden önceki başbakanların Ankara’dan dışarı çıkmaktan aciz olduklarını öne sürüp “Türkiye’yi dünyaya tanıtmak” diye bir misyon atmıştı ortaya..
Tabii bu durum resmi ziyareti olanaksız kılınca, Dışişleri bürokratlarına“çalışma ziyareti” ayarlama çabası düşüyordu…
İşte böyle bir “çalışma ziyareti” vesilesiyle bir uçağa doluşup Telaviv Ben Gurion Havaalanı’na intikal ettik.
Havaalanında alt düzey bir protokolle karşılanıldı. O dönem İsrail Başbakanı olan Ariel Şaron, “mevkidaşını” Telaviv’de değil, Kudüs’te ‘kabul edecekti!
Türk Büyükelçiliğinin üstün gayretleri sonucu temin edilen iki adet külüstür otobüse sığışıp Kudüs’e doğru yola çıktık.
Şaron’un ikamet ettiği ve bir nevi ek başbakanlık binası olarak kullanılan mekana geldiğimizde, bizi binanın kantinine aldılar. Aslında “aldılar” demek biraz kibar kaçıyor; Nazilerin yahudilere yaptığı gibi üstüste yığdılar demek daha doğru olur…
Aramızda üst düzey bürokratlar, tanınmış gazeteciler, etkili orta doğu uzmanları vs. vardı. Hava bunaltıcı derecede sıcaktı ve İsrailli görevliler, önümüzden tepsilerle geçirdikleri çaylardan birer bardak da bize ikram etmeyi (hatta parayla satmayı) kabul etmiyorlardı. Burada iki saat kadar sıcaktan, susuzluktan kırıldık.
Sonra bizi mekanın bahçesinde kurulan bir bedevi çadırına aldılar. Tayyip Erdoğan ile Ariel Şaron’un ortak basın toplantısını burada yapacakları söylendi.
Çadıra girmeden önce oldukça yüksek güvenlikli bir aramadan geçtik. Pasaportlarımız, el çantalarımız didik didik edildi. X-ray cihazından defalarca geçirildik. Üzerimizde hiç bir şey kalmadığı halde hâlâ ötüyorduk. Bayanların sutyen kopçasından dolayı ‘öttüğünü’ söyleyip bizi perdeli bir bölmeye aldılar. Sutyenlerimizi çıkarttırıp birer torbaya koydurdular.
Uzun bir beklemeden sonra Erdoğan ve Şaron geldi. Protokol gereği ilk söz Erdoğan’a verildi. Şöyle dedi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı:
“Ben tüccar adamım, ticaretten iyi anlarım..İşim ticaret olduğu için aracılık ve arabuluculuk yapmayı da severim..Şimdi biz diyoruz ki bu topraklardaki kavga artık son bulsun. Filistinli kardeşlerimizi biz iknâ etmeye hazırız…”
“Arabuluculuk” gibi kendi kendine ilan edilemeyecek bir misyonun aniden nereden çıktığı anlaşılamadı. Zira arabuluculuk kavramı uluslararası ilişkilerde oldukça önemli bir kavramdı ve böyle ayak üstü dile getirilmesi, talepkâr olunması görülmüş şey değildi.
Tayyip Bey, güya uluslararası ilişkilerde ezber bozuyor, Türkiye’yi etliye sütlüye karışmaz politikalardan sıyırıp inisiyatif alır konuma getiriyordu!
Teklifini üstüne basa basa yineledi. Sesine yarı şakacı bir ton vermeye çalışmasına rağmen, Dışişleri heyetinde ve Türk gazeteciler arasında buz gibi bir hava esti. Sadece, Tayyip Bey’in danışmanları sırıtıyordu. Belli ki bu aklı onlar vermişti. O dönem Başbakan’ın “Dış politika”danışmanları, yabancı dil bilmeyen İmam Hatip mezunu Ömer Çelik ileAhmet Davutoğlu’ydu. İkisi de heyette idi ve de birbirleri ile öne geçme yarışı içindeydiler.
Dışişleri Bakanlığı’nın tavsiye ettiği veya görevlendirdiği danışmanlar da vardı ki onlar tamamen devre dışı bırakılıyor, fikirleri bile sorulmuyordu..
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın ağzından bu kadar kritik bir coğrafyada bu kadar kritik bir açıklama yapılırken, Ariel Şaron ve İsrail tarafı ne yaptı?
Onu da anlatalım.
Şaron, Erdoğan’ı son derece dalgacı bir hava içinde dinledi, İsrailli gazetecilerle kaş göz işretleriyle şakalaştı. Söz kendine gelince de –sıkı durun– aynen şöyle yaptı:
Önce uzunca bir süre sustu..Sonra koca göbeğini hoplata hoplata tam 3 dakika güldü..Evet güldü! Şaron’un bu şen kahkahasına İsrailli gazetecilerden de eşlik edenler oldu..
Acaba Beyrut Kasabı neyi bu kadar komik bulmuştu?
Sonra aniden ciddileşti ve koca gövdesini Tayyip Erdoğan’a döndürerek,
“Türkiye Başbakanı konuşurken şöyle bir baktım da..Ne kadar akıllı ve yetenekli bir adam olduğunu düşündüm!” dedi.
Aynen böyle dedi..
Ardından da ticaret hacmi vs. gibi rutin konulara geçti.
“Arabuluculuk” konusunda Şaron’dan aldığımız yanıt buydu..
Oradan, Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle “Filistin’e geçmek” istedik. Orada, sanırım gazetecilik kariyerimin erken bitmesine sebep olan‘şakalarımdan’ birini yaparak, “Şu an zaten Filistin toprağındayız Sayın Davutoğlu” şeklinde latifede bulundum. Davutoğlu, gülümsedi.
İsrailli yetkililer, Ramallah’a geçme talebimize biraz mırın kırın ettikten sonra yine iki külüstür otobüs ayarladılar. Son derece kötü bir arazide yarım saat kadar yol aldıktan sonra Kudüs-Batı Şeria sınırındaki askeri kontrol noktasına ulaştık. (Yanlış hatırlamıyorsam, Betunya sınır kapısı olarak geöiyor buranın adı)
Astsubay rütbeli İsrail askerleri herkesin otobüslerden inmesini istedi.
Aralarında Ömer Çelik, Ahmet Davutoğlu gibi koca koca milletvekillerinin, danışmanların, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin, büyükelçilerin, ünlü gazetecilerin yer aldığı heyet tıpış tıpış otobüslerden indi. (Yukarıda Allah var, Ömer Çelik hafif itiraz eder gibi oldu ama fazla uzatmadı…)
Sonra otobüslere geri alındık ve çorak bir kaya parçasının üzerinde yüz kadar ev ile tepede Yaser Arafat’ın yalnız, mahzun, mütevazı kabrinden ibaret Ramallah’a vardık.
Şaron’un Türk heyetini bekletmesinden dolayı Filistin programı tam dört saat rötar yapmıştı. Filistin Başbakanı Ahmet Kurey de anlamlı ve haklı bir karşılık vererek bizi dört saat bekletti.
Ancak bu dört saatlik bekleme sırasında Filistinli kardeşlerimiz, bizi İsrailliler gibi aç ve susuz bırakmadı. Ellerinde, evlerinde ne varsa getirip bizimle paylaştılar.
Orada da o dönem Filistin Cumhurbaşkanı olan Mahmud Abbas ile ortak bir basın toplantısı düzenlendi. Tayyip Bey “arabuluculuk” teklifini burada da gündeme getirdi. Abbas, heyecansız dinledi, herhangi bir mukabelede bulunmadı.Coğrafyanın çetin siyasi şartlarından, Türkiye’nin dostluğunun kendileri için ne kadar önemli olduğundan söz etti. Sözün özü, işi diplomatça savuşturdu.
Bu gezide yer alan Soykırım Müzesi ve Mescid-i Aksâ ziyeretlerinden de söz etmeliyim.
Kudüs’teki Soykırım Müzesi, bilindiği gibi yahudilerce çok önemsenen bir sembol mekan. İsrail protokolü, burayı ziyaret eden yabancı devlet adamlarına, yahudi din adamlarının sembolü olan ‘kipa’ giymeyi zorunlu tutuyor. Nitekim, aralarında ABD devlet başkanlarının da bulunduğu pek çok şahisiyet kipa giydi. Tabii aynı şey Tayyip Erdoğan’dan da istenecekti fakat ‘kipa’ olayı, seyahatten haftalar önce basında o kadar haber oldu ve o kadar sıkıntı yarattı ki; ilk kez bir istisna yapılarak Tayyip Bey kipayı giymekten ‘affedildi’..
Kipa giyilmedi ama “soykırım” ritüeli eksiksiz uygulandı. İnternette yıllardır dolaşan o meşhur fotoğrafta gördüğünüz gibi Tayyip Bey ve Emine hanım, büyük meşalenin önünde saygıyla ayakta durup din adamlarının söylediği ağıt ve ilahileri dinlediler.
Çıkışta da Tayyip Bey, “holokost“un ne kadar “insanlık dışı”, ne kadar“ayıp bir şey” olduğunu vurguladı.
Evet, “holokost” dedi…
Böylece Bülent Ecevit’in İsrail’i Filistinlilere “soykırım” uygulamakla suçladığı ve İsrail-Türkiye ilişkilerinde büyük bir gerilime yol açan ‘dil sürçmesi’ düzeltilmiş oldu..
Mescid-i Aksâ ziyaretinde de tehlikeli gelişmeler yaşandı; şöyle ki:
İsrail makamları, Tayyip Bey’in Mescid-i Aksâ ziyaretinde en az Türk korumalar kadar İsrailli koruma bulundurulmasında ısrarcı oldu. Devasa bir Türk-İsrail koruması eşliğinde Mescid-i Aksâ’ya gidildi.
Tam da ibadet vakti yapılan bu ziyaret sırasında İsrailli korumalar büyük bir terbiyesizlik örneği sergileyerek kutsal mekâna ayakkabıları ile girmeye kalkıştı! Camide büyük bir tepki koptu.
İsrailli ve Türk korumalar arasında yumruklaşmaya varan itişmeler yaşandı. Kabul etmek gerekir ki olayın bir felakete dönüşmesi “Türk polisinin” İsrailli korumaları camiye sokmaması sonucu engellendi.
Az kalsın, büyük bir faciaya imza atılıpp, Kudüs’ün en kritik noktasında müslüman-yahudi çatışmasına neden olunuyordu!
NOT: Mayıs 2005’te gerçekleşen bu ziyareti Star gazetesinin Başbakanlık muhabiri olarak izledim.
twitter.com/fasibel