ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMA TARİHÇİ BAKIŞI
Ermeni diasporasının soykırım iddialarına en kesin cevabı Atatürk vermiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, uzun yıllar önce “Dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz” sözleriyle bu safsataya noktayı koymuştur…
***
24 Nisan 2104 tarihinde ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 1915 olaylarına ilişkin bir mesaj yayınladı. Bu mesaj toplumun geniş bir kesiminde Ermenilere verilmiş bir taziye olarak algılandı. Hatta daha sonra işin özür dileme ve toprak talebine kadar varacağını söyleyenler oldu. Önce Başbakan’ın mesajından bir paragrafı aktaralım, daha sonra bu konuda Amerikalı tarihçi, Louisville Üniversitesi Tarih Profesörü Justin McCarthy’nin “Ölüm ve Sürgün-Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı, (1821-1922)” adlı eserinde bahsettiği Ermenilerin Doğu’da neler yaptığını bir görelim. İşte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söz konusu mesajı:
“Etnik ve dini kökeni ne olursa olsun yüzlerce yıl bir arada yaşamış, sanattan diplomasiye, devlet idaresinden ticarete kadar her alanda ortak değerler üretmiş Anadolu insanları, yeni bir gelecek inşa edebilecek imkân ve kabiliyetlere bugün de sahiptir. Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.
Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”
Peki Ermenilerin iddia ettiği sözde Ermeni Soykırımını Anma Günü olarak kabul edilen 24 Nisan 1915 olayı nedir? Aslına bakılacak olursa bu İstanbul ve Anadolu’da başlatılan isyan hareketlerini tertipleyen Ermeni Komite Merkezleri’nin kapatılarak elebaşlarının tutuklandığı tarihtir. 24 Nisan 1915’te devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum insanları katleden 2345 komiteci tutuklanmıştır.
Bu böyle olduğu için de “Tehcir” ve “Tehcir” sırasında yapıldığını iddia ettiklerinin sözde soykırımla hiçbir alakası yoktur.
Burada isyan eden, zulmeden, katliam yapan Ermenidir. Mazlum ve mağdur olan, yüz binlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan sürülen ise masum Anadolu Müslüman Türklerdir. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmaya çalışmakta; Haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.
Ermeniler Türkleri ‘katil’ olarak tanımlıyor ancak öldürdükleri Türklerden bahsetmiyor.
Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000’dir. Bunun 525.000’i işgalci Ruslarla beraber Rusya’ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000’dir. Toplam 1.107.000 Ermeni’nin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye’de kalan 50.000 civarındaki Ermeni’yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki Müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000’i bulmaktadır. Bu tabloya bakınca aslında soykırıma uğrayanların Müslümanlar olduğu açıkça görülmekte. (Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Halil Metin, M. Eğitim Yayını, İstanbul 1997, s. 28, 157)
***
Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu’nun sâdık bir tebaası iken, isyana teşebbüs etmiş ve bu hareketlerini belirli bir dönem ısrarla sürdürmüşlerdir. Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki toplulukları ayaklandırmak için faaliyet gösterdiği sıralarda, milletlerarası literatürde henüz Ermeni meselesi yoktu.
***
Amerikalı tarihçi Justin McCarthy “Ölüm ve Sürgün-Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı, (1821-1922)” adlı eserinde bu yıllar arasında 5.5 milyon Müslüman’ın öldüğünü yazmakta. Yani Amerikalı tarihçi, Türk milletinin soykırıma uğradığını yaptığı araştırmada belgeleriyle ispat etmekte. Türk Tarih Kurumu Yayınları’ndan çıkan McCarty’nin bu dev eserini Fatma Sarıkaya, akıcı bir üslup ve güzel Türkçesiyle dilimize çevirmiş. Biz de bu eserden yaptığımız alıntıda Ermeni olaylarına ışık tutmak istedik.
McCarthy bu kitabı neden yazdığını şöyle açıklıyor: “Osmanlı tarihi hakkında okuduklarımın hiçbirisi, o dönemin korkunç boyutlardaki ölüm sayılarına beni hazırlamamıştı. İstatistikler Müslüman nüfusun dörtte birinin yok edildiğini gösteriyordu. Bu boyutlarda bir kaybın tarih kitaplarından gizli kalmış olabileceğine inanamadım, fakat tekrar tekrar araştırdığım belgeler beni hep aynı sonuca ulaştırıyordu. Çoğunluğu Türk olan milyonlarca Müslüman ölmüş, milyonlarcası da şimdi Türkiye denilen yere kaçmışlardı. 1821-1922 arasında, 5 milyondan fazla Müslüman topraklarından sürülmüştü. Beş buçuk milyon Müslüman da ölmüştü.”
Asıl soykırım Türklere uygulandı diyen McCarty, “Ermeni meselesine gelince. Tarihte doğrular olduğu gibi, insanların doğru olarak inandığı şeyler de var ve çoğu zaman insanların tarihte oldu dediği şeyler aslında gerçekleşmedi. Ermeniler Türkleri ‘katil’ olarak tanımlıyor ancak kendi öldürdükleri Türklerden hiç bahsetmiyor. Bu yüzden tarihte gerçekten olanlarla insanların inandıklarını birbirinden ayırmamız lazım” diyor.
Ruslar Van’a girdiğinde, oradaki yerli Ermenilerce coşkuyla karşılandılar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Bölgesinde, Ermeniler ile Müslümanlar arasında yüz senedir kaynamakta olan mücadele, Birinci Dünya Savaşı sırasında doruğa çıktı. Doğuda, aynı anda iki savaş birden veriliyordu; hem Osmanlı ile Rus orduları arasında bir savaş, hem de Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’nın Müslümanları ile Ermenileri arasında bir iç savaş. Doğu’da 1914-1920 yılları arasındaki savaşlar, sivil ve askeri kayıplar bakımından insanlık tarihinin en feci savaşları arasındadır.
Osmanlı’nın güçsüzlüğü, Rus Emperyalizmi ve Avrupa’nın müdahalesi ile bir arada gelen ihtilalci Ermeni milliyetçiliği geniş kapsamlı tahribatla sonlandı. Bu savaşların sonunda Van, Bitlis, Bayazıt ve Erzincan gibi şehirler genellikle harabe yığınına dönmüş, binlerce köy yok olmuş ve her iki taraftan da milyonlarca insan can vermişti. Bir ulus kimliği kazanmak için isyan etmiş olan Ermeniler, kendi kaderlerini tayin etmek imkânına sahip olamadıkları Sovyet Cumhuriyeti içinde kısıla kalmışlardı. Savaşlardan en sonunda galip çıkmayı becerebilen Türkler ise, harabeye dönmüş bir ülkeyi devraldılar.
Birinci Dünya Savaşı’nın askerî olayları
Doğu’daki savaş 2 Kasım 1914’te Bayazıt, Diyadin ve Karakilise şimdiki Ağrı kenti sınır bölgelerini işgal etmek için Rus kuvvetlerinin güneye inmesiyle başladı. Bu güçler ay sonunda geri çekilmeye mecbur bırakılmışlardı ve Batum yakınlarına çıkartma yapmaya çalışan küçük bir Osmanlı gücü de başarısız kalmıştı. Enver Paşa’nın felaket getiren Kafkasya çıkartması, 1914 Aralık ayı sonunda başladı ve 1915 Ocak ayı ortalarında Osmanlı öncü kuvvetlerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Osmanlı askerlerinin dörtte üçü tamamen yok olmuştu. Osmanlı kayıpları neticesinde, Anadolu saldırıya açılmış oldu. Rus kuvvetleri baharda güneye doğru ilerlerken, önlerine çok az sayıda Türk askeri çıktı.
Ermeni İhtilalcileri Osmanlı’nın Van şehrini 13-14 Nisan 1915’te ele geçirip, alelacele Bitlis’ten ve Rusya cephesinden getirilen Osmanlı askerlerinin kuşatmasına karşı şehri ellerinde tuttular. Ruslar bu isyandan yararlandılar.
Sınırdaki cılız Osmanlı birliklerine karşı (çoğunluğu Kafkasya’dan gelen 4.000 kişilik) Ermeni gönüllü birimleri (Kafkasya ve Anadolu’dan derlenmiş) Ermeni çeteleriyle bir Kazak tugayından müteşekkil bir kuvvet yolladılar. Bu kuvvetler daha Mayıs ortalarında Van’a ulaşmış ve Bitlis’i tehdit etmeye başlamışlardı. Van’ı kuşatmış olan Osmanlı kuvvetleri, savunmalarını güçlendirmek amacıyla Bitlis’e çekildiğinde Rus kuvvetleri Van’a girdi (31 Mayıs 1915). Rus işgal kuvvetleri Van’a girdiğinde, oradaki yerli Ermeni halkı tarafından coşkuyla karşılandılar. Fakat Osmanlılar, Temmuz sonunda güçlü birlikler sevk edip, Ruslar ile Ermeni güçlerini Van ve çevresinden sürüp çıkardılar.
Rus kuvvetleri, 4 Ağustos’ta Van’ı terk edip kuzeye doğru geri çekildiğinde, işgal ettikleri yerlerin tüm Ermeni halkı da onların peşi sıra gitti.
Ermeni çeteleri Karahisar çevresindeki Müslüman köylülere saldırıp öldürdüler.
Osmanlı birlikleri daha fazla ilerleyemediler ve sadece Van Gölü çevresinin bir kısmını (yani Malazgirt, Ahlat ve Van Gölü’nün güney kıyılarını) kontrol altında tutabildiler. Osmanlılar harabeye dönmüş olan Van şehrinden ayakta ne kaldıysa yeniden ele geçirdiler. 1915’in geriye kalan günlerinde herkes konumunu muhafaza etti.
Savaşın ilk yılında Osmanlılar tüm Doğu Anadolu sathında, Ermeni isyan-ları ile meşgul oldular. Bu isyanlardan sadece Van şehrindeki başarılı oldu, fakat diğer isyanlar da çok can kaybına sebep vererek Osmanlı’nın savaş yeteneğini önemli ölçüde kösteklediler. Osmanlı yönetimine karşı devamlı direnen Zeytun Ermenileri 1914 Ağustos ayında, yani savaşın başlamasın-dan önce, özellikle askere alınmayı [celp kararını] protesto etmek için isyan ettiler. İlk isyanları bastırılmıştı, fakat Aralık’ta Osmanlı jandarmasına verdikleri baskınla isyanlar yeniden alevlendi. Bu zamandan başlayıp, Ermeni halkın yerinden göç ettirilmesinin Ermeni isyanlarını sonlandırmasına kadar geçen sürede, Zeytun Ermenileri Osmanlı’ya karşı sürekli çete harbi yürüttüler. 1915 Haziran ayında, Kara Hisar-ı Şarki Şebin Karahisar kasabası Ermeni ihtilalcileri tarafından ele geçirildi. İhtilalciler kasabanın büyük kısmından derhal çıkartıldılar, fakat kasabanın kalesini Osmanlı güçlerine karşı ellerinde tutabilmişlerdi. Ermeniler hızla yenilgiye uğratıldığı için, Müslüman ölü sayısı nispeten az olmuştu. Fakat kırlık arazideki Ermeni çeteleri [Şebin] Karahisar çevresindeki Müslüman köylülere saldırıp, onları öldürdüler. Ermeni çeteleri ile yerel Ermeni ihtilalcileri 29 Eylül 1915’te Urfa’da isyan çıkardılar.
Şehrin Ermeni mahal-lelerini ele geçirip yerel jandarma kuvvetlerine karşı direndiler, Müslü-man evleri yakıldı ve Müslüman halk öldürüldü. Urfa isyanında makineli tüfek kullanan isyancıları bastırmak için Osmanlı askerî kuvvetlerinin yönleri değiştirilip, oraya gönderilmeleri gerekti. Yenilmelerinin ardından 2.000 Ermeni çok sıkı önlemler altında, Urfa’dan Musul’a gönderildiler.
Osmanlı’nın Doğu’sunda şehirlerde görülen isyanlar, kırsal alanlara da sıçramıştı. Ermeni ihtilalciler Müslüman köylerine hücum ediyor, arkasından da misilleme olarak Ermeni köyleri özellikle Kürtlerin baskınına uğruyordu.
1916 Ocak ayında Rus ordusu ilerlemeye geçti ve Osmanlıları yendi. 19 Ocak’a kadar, Erzurum yakınlarına ulaştılar ve 16 Şubat’ta şehri ele geçirdiler. Aynı gün Muş, 3 Mart’ta ise Bitlis Rus kuvvetlerine teslim oldu. Ruslar Karadeniz’deki hâkimiyetleri sayesinde 8 Mart 1916’da Rize’yi teslim aldılar. Osmanlılar 16 Nisan’da Trabzon’dan çekilmeye mecbur edildiler. Temmuz ayında Ruslar taarruza geçip 17 Temmuz’da Bayburt, 25 Temmuz’da Erzincan’ı ellerine geçirdiler. 1916 yılının geriye kalanı, ele geçirilen bölgelerin “tasfiyesi” ile geçti. Osmanlılar için yüz ağartan tek başarı, Musta-fa Kemal Paşa Komutasındaki İkinci Ordu’nun Ağustos 1916’da Muş ile Bitlis’i geri alması oldu. Ancak Bitlis sonradan tekrar kaybedilecekti.
Rus İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra, Kafkasya sürekli şekil değiştirdi.
Doğu’nun tamamen Osmanlı’nın elinden çıkmasını, Rus İhtilalinin önlediğine şüphe yoktur. Şubat 1917 İhtilalinden sonra, bazı Rus askerleri cepheyi terk etmeye başlamışlardı. Ekim İhtilali ve Petrograd’daki Bolşevik başarısı, Rus ordusunun Anadolu’dan tamamen çekilmesini sağladı. Kafkasya ve Doğu Anadolu’daki Rus kumandanların emrinde ise sadece subaylar, Rus olmayan Kafkasyalı ve çoğu Ermeni olan birlikler kalmışlardı.
Doğu’daki Osmanlı orduları 1917 yılında yeniden toparlandılar, 1918’de saldırıya geçtiler ve Mart ayı sonlarına doğru, 1914’ten beri kaybettikleri toprakların hemen hemen tümünü geri aldılar. Onlar, Rus ve Ermeni subayların komutasındaki Ermeni askerlere ve çetelerine karşı muharebe yürütüyorlardı. Osmanlılar 14 Nisan 1918’de Batum’u, 25 Nisan 1918’de Kars’ı alarak sınırlarını 1877 sınırlarının da ötesine ilerletmişlerdi.
Rus İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra, Kafkasya’daki siyasî durum sürekli şekil değiştirdi. İlk etapta Kafkasya’daki üç ülke: Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan, Mavera-yı Kafkas Federasyonu adı altında bir birlik kurdular. Resmen Rusya’ya sadakat göstermekle birlikte aslında bağımsızdılar. Yeni kurulan Mavera-yı Kafkas Federasyonu, ilerleyen Osmanlı güçlerinin önü sıra mümkün olduğu kadar çok Anadolu toprağını elinde tutmaya çalışıyordu. 22 Nisan 1918’de resmen bağımsızlığını kazanan Mavera-yı Kafkas Federasyonu Osmanlılarla pazarlık etmeye çalıştı. Fakat Osmanlılar, Ermeni ve Gürcülerin kabul etmediği şartlar öne sürmüştü. Bunun üzerine Gürcüler pozisyonlarını sağlama almak için Federasyon’dan istifa edip Osmanlı’nın kıdemli müttefiki Almanya ile anlaştılar. Böylece olası Osmanlı istilasına karşı Almanya’nın garantisini elde etmişlerdi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Azeri Türkleri ise, zaten aralarında dil ve din birliği olan Osmanlı İmparatorluğu halkıyla kolayca kaynaştılar. Ermenistan İtilaf güçlerinin ve özellikle İngiltere ile Amerika’nın yardımına koşmasını bekleyerek bağımsız bir cumhuriyet olmakta direndi. Fakat boşuna beklediler. Ne İngiltere ne de Amerika Ermenistan’a askeri yardım gönderdi.
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca, Türk millî kuvvetleri en sonunda, Mustafa Kemal’in liderliğinde birleştiler. Kemal’in Doğu’daki sağ kolu olan Kâzım Karabekir yeni bir saldırıya geçti. 1878’de Osmanlı’nın elinden çıkmış olan ve Ermenilerin hak iddia ettiği Kars-Ardahan bölgesini, en sonunda Türkiye Cumhuriyeti geri aldı. Sovyetler de Gürcistan ve Azerbaycan ile birlikte Kafkasya Ermenistan’ını topraklarına kattılar.
Doğu Anadolu’da içteki durum
Kürt aşiretleri
Osmanlı İmparatorluğunun son çeyrek yüzyılı, Osmanlı yönetim gücünün Doğu Anadolu’da çok yaygınlaştığı bir süreç oldu. Yeni yollar ve telgraf hatları Osmanlı yönetiminin otoritesini Van, Diyarbakır ile doğudaki diğer vilayetlere ulaştırdı. Osmanlı İmparatorluğunun modern tarihinde ilk kez hükümet görevlileri, Doğu’daki ücra köşelere ulaşıp orada yaşayan halkı nüfus sayımına tabi tutmak ve askerlik kütüğüne kaydetmek imkânı buldular. Yenilenen Osmanlı askeri gücü sayesinde buralarda kanun ve adaletin yerleşmesi sağlandı. Fakat bu askerî güçlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında cepheye kaydırılması üzerine, yöredeki asayiş çöktü.
Kürt aşiretleri, Van ile Dersim’de Osmanlı’ya karşı savaşmışlardı.
Birinci Dünya Savaşı başladığında, Osmanlı birlikleri Güneydoğu ve Orta Anadolu bölgelerindeki garnizonlardan alınıp, Ruslara karşı savaşmak üzere Kafkasya cephesine sevk edildiler. Doğu’nun kırlık bölgelerinde asayişi temin etmek görevini yürüten jandarma gücünden çok azı geride bırakılarak, çoğunluğundan cephedeki ordunun jandarma birliği teşkil edil-di. Hem bölgeyi iyi tanımaları hem de çarpışma yetenekleri nedeniyle, bunlara cephede duyulan ihtiyaç had safhadaydı. Jandarmaların garnizon-lardan ayrılması ve Osmanlı ordusunun da Kafkas cephesinde kırılması üzerine Kürt aşiretleri yeniden, yerli halka baskın vermek fırsatı buldular.
Yönetmeliğe göre Kürt aşiret mensupları da Osmanlı ordusunda görev almalıydılar, fakat uygulamada bu nadiren gerçekleşirdi. Tarımla uğraşan yerleşik Kürtler ile Doğu’daki şehirlerde yaşayan Kürtler, aynı Türkler gibi askere yazılır ve savaşa katılırlardı fakat aşirete bağlı Kürtler farklı davra-nırlardı. Osmanlıların Kürt aşiret üyelerini askere alması için, üzerlerine bir askerî birlik gönderip, onları öncelikle bastırmaları gerekiyordu; bunun da savaş halinde yapılması imkânsızdı. Bu nedenle birçok Kürt aşireti, savaşta tarafsız kalıp fırsat buldukça kendi çıkarlarını gözetirdi. Hatta Kürt aşiretleri, Van Vilayeti ile Dersim bölgesinde Osmanlı’ya karşı savaşmışlardı. Güney Van’da büyük bir Kürt ayaklanması tertipleyen Bedirhan Aşiretinin Beyi Abdürrezzak’ın yenilerek kaçmasını temin etmek için, tüm bir Jandarma taburuna ihtiyaç duyulmuştu. Savaşın başlangıcında Dersim Kürtleri Osmanlı ordusuna başıbozuk olarak katılmışlardı, fakat Osmanlı kaybetmeye başladığında taraf değiştirdiler; Osmanlı kafilelerine hücum ettiler, Türk ordu birliklerini topluca katlettiler ve çevredeki köyleri talan ettiler. Osmanlı’nın 1915’teki İran seferinde görünürde Osmanlı ordusu saflarında çarpışan Kürt aşiret kökenli neferlerin çoğu orduyu terk edip, aşiretlerin Van ve Urmiya gölleri arasındaki bölgede yaşayan halkı talan etmesine katıldılar.
Osmanlı Hükümeti Kürt aşiret mensuplarından birçoğunun, devletine sadık, itaatkâr vatandaş sayılamayacağını fark etmişti. Savaşın başlamasına bir ay kala, hükümet başarısız bir atılımla sâdık milis güçleri kurarak, Kürtlerin elindeki silahları toplamaya çalıştı. Görünürdeki amaç, “cahilliğinden yararlanılarak kandırılabileceği muhtemel, Kürt ve Müslümanların sadakatini kazanmaktı”. Fakat herkes bunun aslında vatan hainliğinin Osmanlı tarafından örtülü şekilde ifade edilmesi olduğunu anlıyordu. Kuzeydoğu Anadolu’da Rusların ele geçirdiği bölgelerdeki Kürt aşiretleri, genelde içten içe Ermenilere karşı düşmanlık besledikleri halde, çabucak Ruslarla anlaştılar.
Kürt aşiretleri savaş boyunca, çok sayıda Ermeni ve az sayıda Türk ile yerleşik Kürt’ün ölüm nedeni oldular.
Ermeni çetecileri Ruslarca temin edilmiş çok sayıda silah depoladılar.
Ermeni ihtilali
Doğu Anadolu’da Ermeni baş kaldırması tesadüf sayılamayacak şekilde, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa gireceğini Rusların anlamasıyla aynı anda başladı. Rusların 2 Kasım 1914’te savaş ilan etmesinden önce, Ermeni çeteleri örgütlenmeye başlamışlardı. İsyana hazırlık olarak Ermeni çetecileri, çoğu Rus hükümeti tarafından temin edilmiş ve ödenmiş olan yüksek miktarda silah depolamışlardı. Bunlar genellikle Ermeni köylerinde saklanıyor ve belli ki Osmanlı yetkililerinden gizli tutuluyordu. Bu da savaş öncesinde, bölgedeki Osmanlı kontrolünün zayıflığına işaret etmektedir. Örneğin; Osmanlı müfettişlerine göre “Hafik’in Tuzhisar köyünde 16 sandık dolusu silah, 20 adet bomba ve bir sandık da mavi üniforma ortaya çıkartılıp el konuldu.” Ermeni tüfekleri Osmanlı ordusuna dağıtılanlardan daha üstündü. Devlet müfettişleri Pervari bölgesindeki 10 köyde büyük miktarda silahların saklandığı depolar keşfettiler. Başka silah depoları, doğunun her tarafında bulundu. Muş, Diyarbakır ve Sivas bölgelerinde çok miktarda tüfek ve dinamit bulundu. Ancak, sonradan ortaya çıkan gelişmeler, Osmanlı’nın ele geçirdiklerinin Ermeni ihtilalcilerin sakladığı silahların çok azını teşkil ettiğini gösterdi. Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler bekledikleri isyan için sakladıkları silahlarla donanıp, sınırın her iki tarafında da örgütlenmeye başlamışlardı. 1878’de Osmanlı’nın elinden alınmış olan Kars-Ardahan-Artvin sınır bölgeleri ile Van, Erzurum ve Bitlis illerinde çeteler teşkilatlandırılmıştı.
Savaş ilan edilince, Ermeni ihtilalcileri seferber oldular. Daha önceden Rusya’ya geçmiş olan Anadolu Ermenileri yeniden Osmanlı İmparatorluğu topraklarına girip çetelere önderlik ettiler. Eskiden Osmanlı Parlamentosunda mebusluk yapmış olan (Armen Garo lakaplı) Garekin Pastırmacıyan bin kişiden kalabalık bir çeteyi örgütledi. 1895’teki Ermeni isyanına liderlik yapmış olan Andranik gibi ünlü çete reisleri, Anadolu ihtilalcilerini örgütlediler ve içlerinde İran’dan gelme Ermenilerin de bulunduğu binlerce yeni devşirilmiş üyeyi saflarına kattılar. Daşnak Partisi, çetelere katılmak üzere Kafkasya’nın Rusya tarafından savaşçılar devşirdi; bunlar sonradan Osmanlı topraklarına gireceklerdi. Çete üyelerinin kendileri açısından her ne kadar anlamsız bir ayırım ise de, aralarında hem “Rus” hem de “Türk” Ermenileri bulunmaktaydı. Ermeni gerilla birlikleri Ermeni köylerini dolaşıp, çetelerine katılacak savaşçılar topladılar ve hangi yönteme cevap verdiklerine bağlı olarak, Ermenileri ya zorla ya da gönüllü olarak Rusya’nın kontrolü altındaki bölgelere göç ettirdiler. Osmanlı ordusundan firar etmiş olan Ermeni askerlerinden yüksek sayılarda, bu çetelere katılım oldu; takviye edilen gerilla birlikleri hem Anadolu’da haydut ve eşkıya çeteleri kurdular hem de Kafkasya’da savaşa hazırlanmakta olan Rus ve Ermeni güçlerine katıldılar.
Savunmasız köylere hücum eden çeteler Müslümanları katlettiler.
Geniş kapsamlı iç göçler oldu; halk Ermenilerle Müslümanların karışık yaşadığı köylerden sırf Müslüman ve sırf Ermenilerden ibaret köylere göçtüler. Çok sayıda halk da sınırın Rusya veya Osmanlı tarafına göçtü. Özellikle Muş, Van ve Bitlis’ten gelme 6.000-8.000 kadar Ermeni gerillası Kağızman bölgesinde toplandılar ve Ruslar tarafından askeri eğitime tabi tutulup örgütlendiler. Anadolu Ermenilerinden oluşan 6.000 kişilik başka bir grup da Iğdır’da eğitilip, çete grupları olarak teşkilatlandırıldılar. Osmanlı ordusunun hesabına göre, sadece Sivas Vilayetinden 30.000 silahlı erkek Ermeni güçlerine katılmıştı. Bu sayı mübalağalı olabilir, ama uzun süre planlanmış kapsamlı bir isyanı işaret ediyor.
Başlangıçta Muş, Çatak, Suşehri, Zeytun, Halep, Dörtyol ve daha başka birçok yerlerde Osmanlı askeri birlikleri, posta dağıtım merkezleri, jandarma karakolları ve askerlik daireleri saldırılara uğradılar. 1914 Aralık ayından başlayarak Reşadiye, Karçekan ve Gevaş’ta telgraf telleri kesilmeye başlandı ve daha sonra da tüm Anadolu’dakiler kesilmeye devam etti. 500-600 Ermeni âsi Tekye Manastırı’nı işgal edip, Osmanlı asker ve jandarmalarına karşı, kanlı bir meydan muharebesini gün boyu sürdürdükten sonra geceleyin Osmanlı askerlerinin elinden kaçtılar. İsyancılarla Osmanlı askerleri arasında silahlı çatışmalar Zeytun sokaklarında da cereyan etmişti. Ermeni köylüleri ile ordudan firar eden Ermenilerden müteşekkil bir grup, Diyarbakır Vilayetinde çeteler kurup Müslüman köylerine ve Osmanlı askeri birliklerine baskınlar verdiler. Savunmasız Müslüman köylerine hücum edildi ve Müslümanlar katledildiler.
Fakat bu katliamlar, Doğu’daki Müslümanların başına sonradan gelecek olanların yanında az bile kaldı.
Ermenilerin doğu illerini ele geçirmek planları, savaşın başlamasıyla yürürlüğe konuldu. Bölgedeki katliam ve karşı katliamların zaman içindeki sıralamasının kavranabilmesi için bu ve diğer ayaklanma hareketlerinin hepsinin, Ermenileri sürmek emirlerinin verilmesinden çok önce yapıldığının bilinmesi gerekir. Van, Zeytun, Muş, Reşadiye, Gevaş ve başka kentlerle kasabalarda Osmanlı birliklerine karşı yürütülen isyan ve hücumlar, Osmanlı hükümetinin 26 Mayıs 1915’te kararlaştırdığı sürgün emrinden önce başlamıştı. 1915 Mayıs ayına gelindiğinde Doğu Anadolu bir iç savaşın ortasına düşmüş bulunuyordu.
Aniden ortaya çıkan Birinci Dünya Savaşı, 1820’lerde başlamış olan toplumlar arası savaşın son safhasına gelindiğinin sinyalini verdi. Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Ermenilerle Müslümanlar 100 yıldır birbirlerine vahşet uygulamaktaydılar; ancak Birinci Dünya Savaşı sırasındaki katliamlar, sayıca ve şiddet bakımından farklılık gösterdi. Her iki tarafın da daha önceki katliamları küçük coğrafi bölgelerde kısıtlı kaldıysa da, Birinci Dünya Savaşı olayları Doğu’nun baştanbaşa her tarafında cereyan etti. Daha önceleri, katliamlar devletin gücü sayesinde bastırılıyordu. Fakat 1915’ten itibaren, şiddeti durdurabilecek etkin asayiş kuvveti yok denecek kadar azalmıştı.
Bu durumun Ermeni nüfus üzerinde yarattığı etki çok önemli oldu ve uzun zamandır da tartışılmaktadır. Bu kitaptaki araştırma katliamlar denkleminin göz ardı edilen tarafını, yani Müslümanların katliamını anlatacaktır.
Türklere öldürülmeden önce işkence yapılması olağan hale gelmişti.
Ermeni saldırılarından sağ kurtulan Müslümanlardan edinilen kanıtlar, uzun süredir içselleştirilmiş bir nefretin varlığını belirtmektedir. Gaddarca tecavüzler her tarafta açıkça ortadaydı ve öldürülmeden önce işkence yapılması olağan hale gelmişti. 1877-1878 Rus-Türk Savaşı ile Balkan Sa-vaşları sırasında Avrupa’daki Müslümanlara uygulanan vahşetten farklı olarak, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğudaki Müslümanlara uyguladığı vahşetin amacının insanları yerlerinden kaçırmaktan çok öldürmeye odaklandığı görülmektedir.
Çatışma ve katliamlarda üç taraf vardı. Taraflardan birisi yerleşik Müslüman halk (yani Türkler, Kürtler ve diğerleri) ile Osmanlı askeri güçleriydi. Taraflardan ikincisi ise Ermeniler, bazı başka yerli Hıristiyanlar ile Rus ordusuydu. Üçüncü taraf ise bunlardan hiçbirini tutmayan bir güç olup, kendi çıkarlarının peşinde koşan aşiret mensubu Kürtler idi. Burada sayı-lan taraflardan ilk ikisi coşkuyla kendi hedeflerini önde tutup, düşmanını tamamen yenmeye adanmış kimseler tarafından yönlendiriliyordu. Ancak bu topyekûn savaşta, Ermeni ve Müslüman halkın çoğu kendi dininden olanların yanında saf tutmaya sürüklenmiş kentli ve köylülerdi. Nasıl ki Müslüman veya Ermeni oldukları için öldürüldülerse, savunmak amacıyla da Müslüman veya Ermeni olarak kendilerini savaşmaya mecbur hissettiler.
Bu savaşın özelliği en başından itibaren sivil halkı hedef alan saldırılar oldu. Her iki taraftan da masum ve kendi halinde insanlar savaşmaya zorlanmışlardı.
VAN
Van Vilayetindeki ayaklanmalar Mart 1915’te patlak verdi. Ermeni ihtilalci kuvvetleri toplanıp örgütlendiler. Arkasından, Ermeni köylüleri Van şehrine sızdılar. Ermeni köylüleri Müslüman köylerine saldırdılar ve sırasıyla Kürt aşiretleri de Ermeni köylerine saldırdılar. Van’daki Ermeniler 20 Nisan’da, polis karakollarına ve Müslüman evlerine ateş açmaya başladılar. Ermeni âsîler, ayaklanmalarını yürütmeye yetecek kadar silahı, kasabada ve çevredeki köylerde saklamışlardı. Ayrıca, Osmanlıların hesabına göre 4.000 kadar Ermeni savaşçısı da şehre girmişti. Ermeniler, ilerleyip Osmanlı güvenlik kuvvetlerini mağlup ettikçe, Müslüman mahallelerini yakıp ellerine düşen Müslümanları öldürüyorlardı. 14 Nisan’a kadar şehir tamamıyla Ermenilerin eline düşmüştü. Şehrin düşmesinden sonra ancak yetişebilen Osmanlı birliklerinin şehri muhasara altına almasına rağmen, Rus askerlerinin Kafkasya’dan ulaşıp 17 Mayıs’ta Osmanlı kuvvetlerini gerilemeye mecbur bırakmasına kadar, Ermeniler şehirde dayandılar. (Osmanlılar viraneye dönmüş olan Van şehrini 22 Temmuz 1915’te yeniden ele geçirdiler, fakat ertesi ay yeniden Ruslara kaptırdılar.) Van ve çevresindeki köylerde, Müslüman katliamı devam etti. Bir kaç istisna dışında sağ kurtulan yegâne Müslümanlar, kaçabilenler ve bilhassa Osmanlı ordusuyla birlikte kaçabilenlerdi.
Ölüler arasında, tedavi için Van’a sığınmış bulunan hasta ve yaralı Osmanlı askerleri de vardı. Zeve, Molla Kasım, Şeyh Kara, Şeyh Ayne, Zorayad Pakes, Hıdır, Amuk, Ayans, Veranduz, Haravil, Deir, Zivana, Karkar ve ismi bildirilmeyen başka birçok köy yok edilmişti.
Katliamda ilk hedef olarak dini liderler ve yöneticiler seçiliyordu.
Van’daki katliamların ilk hedefi olarak Osmanlı yönetici ve dinî liderleri ile aileleri seçilmiş görünüyor. Bu yöntem, yani bir sivil direniş tertipleyebilecek kapasitedeki insanların önce öldürülmesi, Balkanlarda görülen modelin tekrarıydı ve bir plan dâhilinde hareket edildiğinin göstergesiydi. Ancak Van’ın Müslümanları bir direniş örgütlemeye fırsat bulamadan, etkili biçimde ve çabucak yok edilmişlerdi. İleri gelenlerin haince işkenceye tâbi tutulmaları ancak yoğun nefret sonucu olabilirdi. Van’da İslamiyet’e ait ne varsa yerle bir edilmişti. Sadece antik değeri olan üç bina dışındaki tüm camiler yakılmış veya yıkılmıştı. Müslüman mahallelerin tamamı yerle bir edilmişti. Ermeniler işlerini bitirdiğinde ve Osmanlılarla Ermeniler arasındaki iç çatışma sonlandığında, Van bir şehirden çok, eski bir harabeye dönmüştü. (Tüm Van şehrinde, bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar az bina ayakta kalmıştı.)
Osmanlılar Van’ı tahliye ettiğinde, kaçmayı başarabilenlerin çoğu, yollarda Ermeni haydutların saldırısına uğradılar.
Bir kafileden yaklaşık 400 kişi Erciş-Adilcevaz arasında öldürüldü. Bunlara ilaveten, Ermeniler Hakkâri’ye doğru kaçmaya çalışan 300 kadar Yahudi’yi de öldürdüler. Diğer mülteciler ise yollarını, gelip geçen her Müslüman’a hücum eden Ermeni haydutlarla silahlanmış Ermeni köylüler tarafından kesilmiş vaziyette buldular.
Müslüman köylülerin anlattığı hikâyelerin hepsi birbirine benziyordu; köylerine veya yakınlarındaki köylere Ermeniler hücum ettiğinde, Müslümanlar taşıyabildikleri mallarını alıp kaçmışlardı. Yollarda ise Ermeni haydutlar önce onların mallarını gasp etmiş, sonra kadınlara tecavüz etmiş ve erkeklerin de büyük bir kısmını öldürmüştü. Her zaman değil ama çoğu kez bir kaç kadın ve çocuk da öldürülmüştü. Sağ kalan köylüler imkân dâhilinde güvenliğe doğru aç ve çıplak halde yola koyulmaya terk ediliyordu. Köylüler hem evlerinde hem de yollarda kendilerini savunmaktan acizdiler, çünkü genç Müslüman erkekler cephede askerdi. Sadece çok yaşlı ve çok genç erkeklerle kadınlar geride kalmışlardı. Ermeni çeteleri ise hiç askere alınmamış, ordudan firar etmiş veya Kafkasya’dan gelmiş genç erkeklerden oluşuyordu.
Aşağıdaki kısa alıntılar, Van Vilayetinden kaçıp Mamüretülaziz’e [Elazığ’a] sığınabilen mültecilerin ifadelerinden alınmıştır.
[Abdi ile Reşit Molla’nm anlattıklarından:] Gevaş ve Van’ın boşaltılması üzerine, \Bitlis’e bağlı\ Tab köyünden Hajo, Keşiş Serkis, Onnik, Mako ve Parso adlı Ermenilerin rehberlik ettiği 500 kişilik Kazak ve Ermenilerden oluşan karma bir birlik, Gevaş’taki Karkar köyüne saldırdı. Ateş ederken evleri hedef aldılar, erkekleri ve bebekleri katlettiler, kadınları kirletirken o kadar zorladılar ki birçokları anında öldü. Sadece bir kaç düzine köylü zorlukla kaçabildi.
Yaşlı, hasta ve çocuk gibi yürüyemeyecek halde olanlar acımasızca katledildiler.
[Yusuf Kenan ile Abdul Hakim’in anlattıklarından:] Geçen yılın [1915’in] 5 Ağustosunda, Gevaş ve Çatak Ermenileri ile Ruslardan müteşekkil bir çete Mukus’a saldırdılar. Kendilerini kurtarabilenler mallarını geride bırakıp kaçtılar. Kaçamayan kadınlarla yaşlı ve çocukların hepsi katledildiler. Çeteci grubun içinde dikkati çekenler: Pare köyünden Krikor, Kinekai köyünden okul müdürü Karabet, Vahan ve Artin ile Mukus köyünden Kevork, Minto Sempat, Hayastan, nalbant Naro, Katçik, Muhik Dikran ve Bedros’tu. Bu haydutlar, çoğunlukla kadınlara hücum edip, onları haince kirlettiler.
[Şerir köyünden Salih ile Halid oğlu Ali’nin anlattıklarından:] Sürtenin, Varshekans, Mezrea ve Pars adlı Ermeni köylerinin tüm halkı sabahın erken saatlerinde Şerir köyüne saldırdılar. 60 erkekten sağ kalabilenlerin sayısı 15’i bulmaz. Diğerleri ise öldürüldüler. Kadınlar alınıp götürüldü ve evler talan edildi.
[Sukan Köyü ileri gelenlerinden Saad oğlu Behlül ile Kutas oğlu Mahmud’un anlattıklarından:] Sukan köyünün nüfusu 680 kadardı. Bir gece Ruslarla Ermeniler köyü bastılar. Onları durdurmaya hiç kimsenin gücü yetmedi çünkü Müslümanların silahı yoktu. Katiller evleri ateşe verdiler ve birçok kadınla çocuk Kazakların kılıçları ile ihtilalcilerin hançerleri altında can verdi. Gün ağardığında, önceki geceden sağ kalanları bir araya topladılar. Genç kızlarla kadınlar bilinmeyen bir istikamete doğru alınıp götürüldü. Öğlen olduğunda, köylüleri topladıkları yeri ateşe verdiler. Bu kıyımdan mucize eseri 21 kişi kurtuldu. [Bu ifadenin devamında, tanıdıkları Ermeni saldırganların listesini vermişlerdir.]
[Alan köyünün önde gelen din adamlarından Şeyh Enver ile Molla Resifin anlattıklarından:] 100 kadar süvari ve güçlü bir piyade birliğinin köye yaklaştığı haber alındığında, halk kaçtı. Fakat Ermeni köylerinden Belo, Tankas, Azerkoh ve Peronz halkı onların yollarını keserek kadınlara saldırdılar. Rus birliği köye girmişti ve evler alev alev yanmaktaydı. Yaşlı, hasta ve çocuk gibi yürüyemeyecek halde olanlar acımasızca katledildiler. Kazaklar, kaçmaya çalışan herkesin üstüne at sürdüler. Sadece bir kaç kişi bu insan kasaplarının elinden kaçmayı becerebildi.
Yukarıda anlatılanlardan görüldüğü gibi, Müslüman köylüler, at üstündeki Kazakların da köyleri talan edip katliama girişen Ermeni çeteleri ile birlikte hareket ettiğini belirtmişlerdir. Ancak söz edilen birliklerin, Ermenileri rehber ve Ermeni çetelerini de “şaşırtıcı baskıncılar” olarak kullanan Rus ordusunun öncü kuvvetleri mi yoksa Osmanlı hatlarının gerisinde Ermeni çeteleriyle işbirliği yapan Kazaklar mı olduğunu söylemek zordur. Her ne olursa olsun, Müslüman köylülerin ve yollara düşen mültecilerin katliamının, hepsine değilse bile bir kısmına Kazakların da katıldığı şüphe götürmez.
Polis, jandarma, belediye gibi önemli hizmet yapıları yerle bir edilmişti.
“Ermenilerin Yaptığı Katliama Tarihçi Bakışı” adlı yazı dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Van isyanı sırasında, Pervari bölgesindeki köylerde yaşayan Ermeniler de ayaklanmak için birleştiler ve toplu halde Osmanlı jandarma güçleriyle üç gün boyunca çatıştılar. Yakın köylerdeki Müslüman erkekleri öldürüp, genç kadınları kaçırdılar.
BİTLİS
Bitlis Ermenileri, Rusların kente ilerlemesinin hemen öncesinde, Şubat 1916’da Osmanlı yönetimine karşı ayaklandılar. Müslümanların katledilmesi, o zamandan başlayarak Rusların ilk işgaline kadar devam etti. Müslüman kadın, erkek ve çocuklar şehrin ortasında adeta av sürer gibi kovalanıp sokaklarda öldürüldüler. Osmanlı güçlerinin arkasında eylem yürüten Ermeni çeteciler tarafından, cephe gerisindeki köyler yerle bir edilip halkı katledildi.(Örnek; Avran köyünde bir Daşnak Komitesi üyesinin evinde gömülmüş olan 19 Osmanlı askerinin cesedinin bulunması) Diğer köylerin yok edilmesi de, istilâcı Rus ordusunun öncü kuvvetleri gibi çalışan, Ermeni ve Kazak birlikleri tarafından tamamlanmıştı. Şehirde yakalanan Osmanlı hükümet yöneticilerini öldürmek için özel bir dikkat sarf edilmiş gibi görünüyor. Harap edilen köylerden kaçabilen çok az sayıda Müslüman, kendilerine saldıranların Kafkasya Ermenileri mi yoksa Anadolu Ermenileri mi olduğunu ayırt etmeyi imkânsız bulmuşlar; ne Ermeniler ile Ruslar ne de Müslümanlar böyle bir ayırım yapmışlardı. Osmanlı devleti, kısa süreliğine Bitlis’i geri aldığında, yıkımın boyutlarını saptamak için yöreye bir araştırma heyeti gönderdi. Ermeniler, Merkez Cami, Ulu Cami ile birlikte 13 camiyi daha yakmış veya yerle bir etmişler ve Hatuniye Camisini de ahıra çevirmişlerdi. Okullar, hamamlar ve başka binaların yanı sıra 3 derviş dergâhı, 4 medrese, 4 türbe yerle bir edilmişti. Polis, jandarma, belediye ve il binaları gibi şehrin önemli hizmet yapıları da yerle bir edilmişti. Tüm önemli köprüler yıkılmıştı. Ticari ve askeri önemi olan depolarla binalar yakılmıştı. Kısacası dinî, idarî ve askerî önemi olan her şeyle birlikte Müslümanlara ait evlerin çoğu imha edilmişti.
KIRSAL ALANLARDAKİ DURUM
1915 Şubat’ında, Bitlis ve Van Vilayetindeki Ermeniler Müslüman köylülere saldırmaya başladılar. Birçoklarının yanı sıra örneğin Mardin Sancağına bağlı Kayalı köyüne saldırıp, sokak ortalarında genç kadınların ırzına geçtiler ve köylüleri öldürdüler. Köyden esirler alıp, onları yolda öldürdüler ve yöreden kaçmaya çalışan yüksek sayıda mültecilere de aynısını yaptılar.
Osmanlı görevlileri Bitlis Vilayetindeki Avran Köyü’ndeki yıkıntıların altından 19 ceset çıkarttılar. Van Vilayetimin Merkehu ve İstucu Köylerinin rapor ettiği aşağıdaki istatistikler, muhtemelen çevredeki köylerin hepsinin durumunu anlatmaktadır:
Van Vilayetinin Karçekan ve Gevaş gibi kırsal bölgelerinde yaşayan Ermeniler Aralık ayında isyan ettiler. Doğu Anadolu’nun baştanbaşa her tarafında jandarmalar Ermeni köylüleri ile örgütlenmiş çetelerinin saldırısına uğradılar, telgraf hatları kesildi ve Müslüman köylülere dehşet saçıldı.
RUSLAR
İlk Ermeni saldırılarını Rus makamlarının örgütlediğine dair hiçbir belgesel kanıt yoktur. Rusların böyle bir girişimde bulunmalarına gerek de yoktu. Ermenilerin kendiliklerinden Osmanlı topraklarında asayişi tehdit edeceklerine yeterince güvenilebilirdi. Ancak Ruslar işgal ettikleri bölgelerdeki Müslümanların silahlarını toplayıp onları yerli Ermenilere dağıtmak dâhil, Ermenilerin ayaklanmasını kolaylaştırmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ermenilerin Osmanlı’ya karşı ayaklanmasından en çok yararlanacak olanlar Ruslardı. Ermeni örgütlerinin ve silahlanan Ermeni yerlilerin eylemleri sayesinde, Rusların Anadolu’ya ve Kafkasya’ya asker göndermesine gerek kalmadı; böylece Rus askerlerini Batı cephesindeki savaş meydanına sevk etmek fırsatını buldular. Anadolu’daki Ermeni örgütleri Ruslara normal askerî hareketleri açısından en büyük yararlığı, Osmanlı cephesinin arkasında, telgraf tellerini kesip diğer “komando” hücumlarını gerçekleştirerek sağladılar. Ayrıca Rus ordularına 1916 saldırıları sırasında, öncü kuvvet olarak da hizmet sundular. Fakat Ermenilerin Osmanlı askerlerini cepheden uzakta tutmaları, Ruslar için çok daha değerli bir hizmet oldu. Bu da, bilhassa Van, Zeytun ve Musa Dağı bölgelerindeki ciddi ayaklanmaların binlerce Osmanlı askerini cephe gerisinde oyalamasıyla mümkün oldu. Doğu Anadolu’da isyan hâli devam ettiği sürece, halkı tehlikeden korumak için Osmanlılar birçok askerlerini cephenin çok gerisinde görevlendirmek zorunda kalıyorlardı. Bu şekilde, Osmanlı askerleri Ruslara karşı cephede çarpışmaktan alıkonuyordu. Böylece Ruslar, hem Ermeni savaşçıların kendi taraflarına yarayışlı biçimde çarpışması hem de Osmanlı askerlerinin cepheden uzakta tutulması şeklinde iki tane çok önemli kazanım elde ettiler.
OSMANLI’NIN TEPKİSİ
Ermeni ayaklanmasına Osmanlıların tepkisi, gerilla savaşıyla karşı karşıya kaldığında diğer devletlerin 20. yüzyılda vereceği kararın hemen aynısı oldu; gerillaları yöredeki desteğinden yoksun bırakmak için yerel destekçilerini uzaklaştırma gayretine düştüler.
Osmanlılar, Ermeni âsîlerin gerek Ermeni köylüler gerekse Ermeni ihtilalinin liderlerinin yerleşik bulunduğu Doğu’daki şehirlerde yaşayan Ermeniler tarafından rahatça desteklendiğini biliyordu. Bu nedenle köklü bir tedbir olarak, halen savaş ortamı olan veya muhtemel savaş sahası olacak yörelerde yaşayan Ermeni halkı zorunlu göçe tâbi tutmak kararı aldılar. Bu konuda ilk emirler 26 Mayıs 1915’te gönderildi. Zorunlu göçün amacı, yöredeki Ermeni nüfusun yoğunluğunu seyreltmek ve onları savaş bölgesi ile önemli tesislerin bulunduğu yerlerden uzakta tutmaktı. Yeni yerleşim yerleri tren yollarının en az 25 kilometre uzağında olmalıydı. Yeni yerleşim yerlerinde, Ermeni nüfusu toplamın %10’undan az olmalıydı.
İstanbul’un niyetlerinin Ermenileri huzur içinde taşıyıp yeniden yerleştirmek olduğu belliydi. Bu konuda gerçekliği kanıtlanabilen Osmanlı evrakları, göçe çıkartılan Ermeniler için ilginin en azından resmiyette var olduğunu belirtmektedir. İzlenecek yol hakkında ayrıntılı yöntemler İstanbul’da yazılmış ve illere gönderilmişti. Bunlar mültecilerin mallarının satış yöntemini, mültecilerin yeni yerleşim yerlerinin ekonomik açıdan geride bıraktıkları yerlerinin ayarında olmasını, sağlık ve temizlik konuları ile benzerlerini kapsamaktaydı. Kısaca, hepsi de kâğıt üzerinde iyi görünüyorlardı. Problemlerin nereden kaynaklandığını ise yeniden yerleştirme kanununun 1 ve 3. Maddeleri göstermektedir:
Madde 1: Yeri değiştirilenlerin taşınmaları için yapılacak hazırlıklar, yerel yöneticilerin sorumluluğudur.
Madde 3: Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine nakil edilmeleri sırasındaki can ve mal güvenliği, yiyecek temini, konaklama yerleri ve dinlenmelerinin sağlanması o sırada bulundukları bölge yöneticisinin sorumluluğudur.
Her seviyedeki devlet memurları, bu konuda gösterecekleri ihmallerinden sorumlu tutulacaklardır.
İnsanların kitle halinde göçünü gözetmesi beklenen yöneticiler ise, o sırada Ermeni ihtilalcilerine karşı gerilla savaşı ve Ruslara karşı da düzenli ordular ile konvansiyonel bir savaş yürütmekle meşguldüler. Asayiş temin etmek için ellerinde çok az sayıda güç vardı. Zaten ihtilalcilerle mücadele etmeye yeterli olmayan cephe gerisinde kalan az sayıdaki jandarmaların, bir de Ermeni göçmen kafilelerini koruyabilmeleri beklenemezdi.
Doğudaki Osmanlı yöneticileri ya Ermeni kafilelerini çok sıkı koruma altında göç ettirmek veya bölgelerinde yaşayan Müslüman halkı (ve kendilerini) Ermeni âsîlerine karşı korumaları için jandarmaları yerlerinde tutmak arasında seçim yapmak zorunda kaldılar. Çoğu insanoğlunun, onlarınkinden farklı bir karar alacağı şüphelidir; onlar kendilerinden olanı korudular. Jandarmalarını Ermenileri korusun diye göndererek, başka Ermenilerin masum halka saldırmasına olanak sağlamanın akılsızlık olacağını düşünmüş olmalılar.
Ermenileri korumak yükümlülüğünün merkezî hükümette kalması daha uygun olabilirdi, ama merkezî hükümetin durumu da yerel yöneticilerin içinde bulunduğu ortamdan farklı değildi. Osmanlı hükümeti düzenli ordu birliklerini Ermeni konvoylarına eşlik etmeye yollasalar, sınırda Ruslara karşı ve içeride Ermeni isyancılara karşı mücadele edecek güçten yoksun kalacaklardı. Merkezî hükümetin böyle bir şey yapmaya ne niyeti ne de imkânı vardı. Eğer bir Ermeni devleti kurulsa, Müslümanların başına gelecekler su götürmezdi. Balkan Harpleri onlara ne beklemeleri gerektiğini öğretmişti. Rusya’nın ele geçirdiği topraklardan akıp gelen Müslüman mültecilerin kaderleri de belirgin bir ders vermişti. Aynı sonucun Doğu Anadolu’da da yaşanmasının en çabuk yolu savaşı kaybetmekle mümkündü; askerleri savaş görevinden çekmek ise savaşı kaybetmeyi hızlandırırdı. Her yerde çok ihtiyaç duyulan jandarma kuvvetlerini Ermeni kafilelerine eşlik etmeye göndermenin yerel yöneticilere çılgınlık olarak göründüğü gibi Ermeni göçmenleri savunmak karşılığında savaşı kaybetmek riskini göze almak da, merkezî hükümet tarafından çılgınlık olarak algılanmış olmalı. Yeterli güvenlik gücünün bulunmaması, sonradan ortaya çıkacak şu olayara yol açtı; bazı Osmanlı memurları çıkarcıydı ve ellerine düşenden çaldılar. Bilhassa Kafkasya’dan göçe zorlanmış Müslüman kökenli bazı memurlar da, kendileri yakın zamanda benzer kayıplara maruz kaldıklarından, kuşkusuz Ermenilerin durumundan istifade edip eski hesaplaşmalarının intikamını almayı düşündüler. Yerel halk arasında Ermeni göçmenlerin zavallılığından yararlanıp, onların mallarının satılmasından büyük kâr sağlayanlar oldu. Bu tür halk arasında, Müslümanlar kadar Hıristiyan Rumlar da vardı. Rumlar, Karadeniz sahillerindeki Ermeni arazileriyle evlerini satın aldılar. Ermeni kafilelerine baskın veren göçebe aşiretler, Ermeniler için en büyük tehdit ve ölüm nedeni oldular. Kafilelere eşlik eden az sayıdaki jandarmalar Ermenileri, örneğin Kürtlerin silahlı saldırısından koruyamıyordu. Aşiretler genelde Ermeni göçebelerin kitlesel katliamına girişmemekle beraber, aralarından çok sayıda insanı öldürdüler ve kadınları kaçırdılar. Ermeniler arasındaki en büyük telefata, muhtemelen onların yaşam gereksinimlerini çalmakla sebep oldular. Kurallara rağmen kafilelere az yiyecek veriliyordu; göçmenlerin kendi yiyeceklerini temin etmeleri bekleniyordu. Fakat aşiretler onların gereksinimlerini çalınca, sonuç açlık oldu. Bazı Osmanlı memurları, Ermenilerin soyulmasına hattâ bazen öldürülmesine şahsen katıldılar. Osmanlı Hükümeti bunun farkına vardı ve birçok Türk’ü Ermenilere karşı davranışlarından dolayı yargıladı. Kamuran Gürün, Ermenilere karşı işlediği suçlardan ötürü Osmanlı’nın 1.397 kişiyi cezalandırdığını kanıtlayan evraklara ulaştı. Bazıları suçlarından dolayı idam edildiler. Bu memurların davranışlarının Ermeni zayiatı üzerinde büyük etkisi olduğu şüphe götürdüğü gibi, sonradan Ermenilere karşı suç işlediler diye kendi hükümetleri tarafından cezalandırılan bu memurların görev başındayken Ermenilerin güvenliğiyle fazla ilgilenebilecekleri de şüphelidir.
Ermenileri göçe zorlamak kararı sırf askerî açıdan incelendiğinde çok yerindedir, fakat bu durum onlar arasında sıkıntı ve çok sayıda can kaybına yol açtığından sonuç içler acısı oldu. Bununla birlikte, alınan önlem arzulanan etkiyi yarattı; Osmanlı hükümetinin kontrolü altında kalan topraklarda Ermeni ihtilalci saldırılarının etkisi gittikçe azaldı. Yerel destek kaynakları kurutulduktan sonra, gerillalar görev yapamaz oldular. Savaşın sonucunu belirlemekte bu kararın ne kadar etkili olduğu hiçbir zaman bilinmeyecek. Sonuç olarak Ermenilerin sürülmesi, Osmanlı devletinin en önemli varlık nedeninden yani kendisine sadık vatandaşlarını korumaktan aciz olduğunu ortaya koydu. Osmanlı devletinin zayıflığı, onu iki halk top\-luluğu arasında tercih yapmaya zorladı. Kafilelerin hareketi sırasında Ermenilerin ölmesinin suçunu Osmanlı hükümeti ile birlikte Ermeni ihtilalcileri, onların destekleyicileri ve Ruslar da paylaşmalıdırlar.
ERMENİLERİN GERİ ÇEKİLİŞİ
Ermenilerin Müslümanları katletmesinin ve köylerini harap etmesinin en şiddetlileri, Birinci Dünya Savaşı’nın başında ve sonunda olmak üzere iki dönemde yer aldı. Birinci dönem, Osmanlı’nın savaşa girmesiyle ve Os\-manlı’ya karşı örgütlü Ermeni isyanlarının ortaya çıkmasıyla başladı ve 1916’da Rusların Doğu Anadolu’yu fethetmesiyle son buldu. İkinci dönem ise, Rus ordusunun dağılıp Doğu Anadolu’dan geri çekilmesiyle başladı ve işgal edilen topraklarda Rusların yerini alan Ermeni silahlı birliklerinin yenilmesiyle bitti.
Savaşın ortalarındaki dönemde, yani Doğu Anadolu’nun Rus işgali altındaki 1916’nın ortalarından 1917’nin ortalarına kadar geçen sürede olanlarla ilgili çok az belge vardır. Savaşın ilk yıllarındaki vahşeti inceleyenler gibi, Rus işgali sırasındaki olayları inceleyecek Osmanlı komisyonları yoktu. Arada bir gelen raporlar da en geniş kapsamlı Müslüman katliamının, bilhassa Van ve Bitlis illerinde yapıldığına işaret ediyor. Yüksek sayılarla mülteci olmalarından Müslümanların hallerinin vahim olduğu anlaşılıyor, fakat 1917’de Rus ordusunun dağılmasından sonra ortaya çıkan durum daha da beter oldu.
Rus ihtilali, Anadolu cephesindeki Rus askerlerinin topyekûn geri çekilmesini de beraberinde getirdi. Askerler ve bazı subaylar, sâde bir şekilde birliklerini bırakıp evlerine doğru yürümeye başladılar; yol boyunca önlerine çıkan köylerden, gereksinimlerini (ve başka ne buldularsa hepsini) çalarak ilerlediler.
Doğu Anadolu’daki Rus otoritesinin yerini Ermeni askerleri ve Ermeni çeteleri aldı; önceleri kâğıt üzerindeki Mavera-yı Kaf\-kas Federasyonu adı altında, sonra da Ermenistan Cumhuriyeti’nin askerleri olarak işgale devam ettiler. Anadolu’da hüküm sürdükleri topraklar; Erzincan’dan, doğuda İran sınırına ve kuzeyde Trabzon’a kadar uzanıyor ve Rusya Ermenistan’ına kavuşuyordu.
Müslüman köylüler geri çekilmekte olan Rus askerlerinin yağmasından zarar gördüler, fakat onların arkasından yönetimi devir alan Ermenilerin elinde daha çok çile çektiler. Rusların ayrılmasından sonra, Ermenileri kontrol altında tutan hiçbir güç kalmamıştı. Ermeni üstünlüğünün kısa süren ilk dönemi sırasındaki olaylar o yıllarda çok sık tekrarlanan silahsız Müslüman köylülerin öldürülmesi, kaçırılması ve kaçırılanlardan bir daha haber alınamaması, Müslüman dükkânlarının, mahallelerinin ve köylerinin harap edilmesi ile çok yaygın olan yağmalama ve ırza geçmelere benzer olaylardı.
Erzincan ve Kars arasındaki bölgede Ermeni mezalimi nispeten kısa sürdü. Rus ordusunun çözülmesinin ardından, Osmanlılar, bu ihtimale karşı yedekte tuttukları güçlerini harekete geçirerek, işgal altındaki topraklarını geri almak üzere saldırıya geçtiler. Rus silahları ve malzemesiyle donanmış olan Ermeniler, Türk askerlerinden daha üstün teçhizata sahip oldukları halde, deneyimli Osmanlı askerleri karşısında sayıca azınlıkta kaldılar. Düşmanlarının Müslüman köylü ve şehirlilere karşı işlemiş olduğu vahşetten dolayı Osmanlılar ahlakî üstünlükle hücum ettiler. Ermeni birlikleri dağınık halde geri çekildiler. Ermeniler en azından geçici bir süreliğine emellerine erişemeyeceklerini ve kendilerinin Anadolu’daki Ermeni toprakları dedikleri bölgeyi Türklerin geri alacağını anlamış bulunuyorlardı. Osmanlıların buralara ulaştığında, harabeden iyisini bulmamaları için zarar vermeye giriştiler. Birçok Müslümanın hayatta kalması, sadece Osmanlı ordusunun hızla ilerlemesi sayesinde mümkün oldu. Zamanında yetişilemeyenlerin çoğu can verdi.
Önce Osmanlılar, arkasından Ankara Meclisi ve özellikle Doğu Cephesinde görev yapan Osmanlı ve Ankara Hükümetine sâdık paşalar, Ermenilerin Müslümanlara uyguladığı kötü davranıştan şikâyetçi oldular. Türkler, Ermeni birlikleri ve çetelerinden sorumlu birisini bulmakta güçlük çekiyorlardı. Şikâyetler ve vahşet listeleri genellikle önce görünürde kontrolü elinde tutan Rus Kumandanlara gönderilmişti, sonradan görünürde Mavera-yı Kafkas Federasyonu birliklerinin yetkilisi olan generallere gönderildi. \Özellikle Güney Kafkasya birliklerinin görünürdeki kumandanı General Odishelidze katliamların yer aldığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu tür anlatımları Gürcü kaynaklar da destekler.\ Gerçekte, bu makamların hiçbirisi Müslümanları katleden Ermenilere hâkim olamıyordu. Durumu kavramış olan, Kuzeydoğu Anadolu’daki Osmanlı 3. Ordusunun kumandanı Vehib Paşa şöyle yazdı: “Ben bu işkence ve vahşetten Rus Kumandanını devamlı haberdar ettim ve söz ettiğim otoritenin asayişi temin etmekte başarısız kaldığı hissine kapıldım.”
Anadolu’daki Ermeni çetecilerin sözünü dinlediği bir makam varsa, o da Müslümanların haline hiç acımayan ve Osmanlı’nın arzularına boyun eğmeyi hiç düşünmeyen Ermenistan Cumhuriyetiydi. Örnek için bkz: Kafkas Cephesindeki Osmanlı orduları Komutanı Vehib Mehmed Paşa’nın “Rusya’nın Kafkas Orduları Baş Komutanı” General Perjovalsky’ye mektubu; 2 Şubat 1918.
“1) Erzincan ve çevresindeki köylerde yaşayan Müslüman erkekler, Ermeniler tarafından elleri arkadan bağlanmış vaziyette götürülüp kışlalarda kurşunlanmaktalar.
“2) 28 Ocak 1334 =1918 tarihinde, Erzincan’daki Müslüman erkeklerin birçoğu, Ermeniler tarafından Kilise meydanında toplandıktan sonra, diri diri yakılarak öldürüldü.
“3) Ermeniler hala, Erzincan’daki Müslüman evlerini yakmaya devam etmekteler. Aynı konudan söz ederken, Erzincan’daki İl Konağı ile Yeni Caminin, Zekganç’ın ve çevresindeki diğer köylerin tüm camilerinin akıbetinden söz etmem yeterlidir.
“4) Gümüşhane’nin güneydoğusundaki Teke’de, 15 Ocak 1334=1918 tarihinde Ermeniler tarafından katledilen 6 Müslümanm cesedi yol kenarında bulundu.”
Vehib Paşa’nın bunlara ilaveten başka katliamlar yapıldığını anlatan benzer nitelikte iki mektubu daha belgelerde mevcuttur.
Vehib Paşa, Ermenilerin boşalttığı şehirlere giren birliklerin raporlarını gönderdikleri makamda bulunuyordu ve Ermeni vahşetinin delillerini kendi gözleriyle de görmüştü. İstanbul’daki üstlerine yolladığı kendi raporunda, hazin durumu şöyle anlattı:
Eli silah tutacak yaştaki herkes toparlanıp ‘yol inşaatında çalışmaya’ denilerek Sarıkamış yönüne götürülmüş ve orada boğazlanmıştı. Geriye kalan halk, Ermeniler tarafından Rusların bölgeden geri çekilmesinden sonra, işkence ve katliama maruz bırakıldı ve bir kısmı yok edildi. Cesetleri kuyulara atılarak, evlerde yakılarak, süngüyle parçalara ayrılarak, mezbahalarda karınları deşilerek, akciğerleri karaciğerleri sökülerek ortadan kaldırılmışlardı. Kızlarla kadınlar da her türlü şeytanî davranışlara maruz bırakıldıktan sonra saçlarından asılmışlardı. İspanya’daki Engizisyondan daha fena olan bu vahşetten sağ kurtulabilen pek az insanın 1.500 kadarı Erzincan’da, 30.000 kadarı da Erzurum’da yoksulluk içinde, canlıdan çok ölüye benzer haldeler. Dehşete kapılmış hattâ bazıları aklını kaçırmış vaziyettedir. İnsanlar aç ve yoksulluk içinde, çünkü tüm malları ellerinden alınmış ve tarlaları ekilmemiş haldedir. Halk, Ruslardan geride kalan bir kaç ambarda buldukları yiyecekle hayatta kalabilecek kadar karınlarını doyurabilmiştir. Erzincan ve Erzurum civarındaki köylerde ise durum en kötü haldedir. Yol üstündeki bazı köyler yerle bir edilmiş, taş üstünde taş bırakılmamış, insanlar tam bir kıyımdan geçirilmiştir.
ERZİNCAN
Erzincan’da olaylar, 1918 Ocak ayı sonunda başladı. Rus ordusunda görev alan Ermeni askerleri Erzincan bölgesindeki kontrolü ellerinde tutuyor\-lardı. Bunlar görünürde, Rus ordusunda görev yapmış olan Albay Morel adında bir Fransız’ın emrindeydiler. Bu birliklere ilave olarak, aslen Sivaslı olan “Murat” adında bir çete reisinin emrinde bulunan Ermeni çeteleri bulunmaktaydı. Müslüman halkın kıyımı esas olarak bu Ermeni çetelerin eliyle gerçekleştirildi.
Ermeniler ilk iş olarak, Müslüman toplumunun önde gelen erkeklerini toplayıp, bir kısmını şehrin içinde ve diğerlerini de çevrelerde astılar.
Geriye kalan Müslümanlar topluca katledildiler ve birçokları da şehir meydanlarında, kışlalarda ve civardaki evlerde yakılarak öldürüldüler.
Yüzlerce Müslüman, çevre köylerden getirilip şehir meydanında asıldılar. Ermeni önderlerinin amaçlarının mümkün olduğu kadar çok Müslüman’ı katletmek olduğu, başka yerlere ve çevre köylere gidip köylülerin şehirde toplanması emrini tekrarlamalarından anlaşılıyor. Şehirde toplanan Müslümanlar, boğazlanıyorlardı.
Kıyımın başlamasından 10 gün sonra Osmanlı birlikleri, artık bir hayalet şehrine dönmüş olan Erzincan’a girdiler; Ermeniler kaçmış, Müslümanlar ise ölmüştü. Osmanlı askerleri, her tarafında cesetlerin serili olduğu bir yoldan şehre girdiler:
[Vehib Paşa:] Çardaklı Boğaz’dan Erzincan’a kadar tüm köyleri harap edilmiş halde buldum; öylesine bir tahribat ki, bir tane köylü kulübesi bile ayakta kalmamış. Meyve bahçelerindeki tüm ağaçlar kesilmiş ve tüm köylüler öldürülmüştü. Ermenilerin, Erzincan’da işlediği mezalim kadar vahşice olanı tarih boyunca görülmemiştir. Üç gün boyunca, Ermeniler tarafından öldürülüp etrafa saçılmış bulunan Müslüman cesetlerini toplamaktan başka bir iş yapmadık. Bu masum kurbanların arasında, henüz sütten kesilmemiş bebekler, 90’lık ihtiyarlar ve kadınların parçalara ayrılmış vücutları vardı.
Vehib Paşa, 1.000’den fazla evin yıkıldığını tahmini hesapladı. Erzincan’ın kamu binalarının tümü gibi Müslümanlara ait evlerin çoğu da tamamen harap edilmişti. Bazen, Askeri kışlalarda yapıldığı gibi, içindeki insanlarla birlikte binaların da yakılması Müslümanların kıyıma uğratılmasının bir parçasıydı. Cami ve hükümet binaları gibi başka binalar da Osmanlı’nın veya İslamiyet dininin sembolü oldukları için harap ediliyorlardı. Tahribattan anlaşıldığına göre, Ermeniler Erzincan’ı ellerinde tutacaklarına inanmamışlar; tersine, düşmanlarına teslim etmektense mahvedilmesine karar vermişlerdi. Şehir harabe halindeydi.
Erzincan’a giren Osmanlı askerleri dehşet verici bir görüntüyle karşılaştıklarını anlattılar: “Erzincan bir felakete tanık olmuştu. Su kuyuları Müslüman cesetleriyle dolmuştu. Parçalara ayrılmış cesetler kollar, bacaklar, kafalar hala evlerin bahçelerinde darmadağınık vaziyette duruyordu. General Odishelidze, Erzincan’daki olayların Vehib Paşa’nın yazdıkları kadar kötü olduğuna inanmamıştı. Odishelidze’nin bilgi kaynağı olan Albay Morel ona bazı katliamların vuku bulduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştı, fakat sayılarını az göstermişti (bkz. Documents relatifs, s. 16-22). Fakat Osmanlı orduları şehre girip de, her tarafta cesetten başka pek bir şey kalmadığını gösterdiğinde, gerçek ortaya çıkmış oldu. Sokaklarda görülenlerin bazılarının resimleri yukarıda söz edilen Documents relatifs’de yayınlandı. Bu resimler korkunç. Örneğin General Odishelidze, yetişkinlerin ve çocukların öldürülüp cesetlerinin şehir kışlalarında sere serpe bırakıldığına inanmamıştı. Buna karşılık Osmanlılar, askerleri şehre girdiğinde hala ortalıkta duran çürümeye başlamış cesetlerin fotoğraflarını yayınladılar.
Askerler tarafından, gömülmemiş 312 ceset bulundu, 606 adet ceset su kuyularına ve hendeklere yuvarlanmış olarak bulundu ve elbette öldürülenlerin sayısı bunlardan çok daha fazlaydı. Yol inşaatında çalıştırılmak üzere şehirden alınıp götürülen 650 Müslüman erkeğin akıbeti bilinmiyordu. “Su kuyularına atıldıktan sonra, etrafa hastalık bulaşmasını önlemek için üzerlerine toprak atılmış olan cesetler bu sayıma dâhil edilmemiştir, çünkü o cesetlerin çıkartılması imkânsızdı.” Fakat en azından 606 tanesinin sayıldığı söyleniyor.
BAYBURT
Bayburt’taki olaylar, Erzincan’dakilerin benzeriydi. Elebaşı Arshak önderliğindeki Ermeni çeteleri, Erzincan’da olduğu gibi burada da çevre köylerin halkının şehirde toplanmasını emrettiler. Ancak buradaki Müslümanlar, Erzincan’da henüz yaşanmış olaylardan haberdardı; bu nedenle dağlara kaçıp saklandılar. Osmanlıların 1918 ilerlemesinin önü sıra kaçmaya zorlanan Ermeniler tarafından, Bayburt kentinin içi harap edildi. Ermeni çeteleri, kaçmadan önce 250 Müslüman’ı merkezî hapishaneye kapatıp katlettiler. Kasabada 400’e yakın bina yakılmıştı. Osmanlı birlikleri kasabaya ulaştığında, aceleyle örtülmüş veya etrafta saçılı duran 200 ilave ceset buldular. Bayburt’ta 600’den fazla Müslüman öldürülmüş olmalıdır.
TERCAN
Tercan Kasabası gerileyen Ermeniler tarafından tamamen yıkılmıştı. Bir Rus silah deposunda bırakılmış olan dinamitlerle havaya uçurulmuş olan bina yıkıntılarının çoğu Müslüman cesetleriyle doluydu. Harabelere giren Osmanlı askerleri tarafından, sadece çocuklara ait 700 ceset sayılmıştı. Sağ kalan Türkler ile Osmanlı birlikleri, vahşetten Ermenileri suçladılar; “Halk Ruslardan vahşet görmedi. Tüm bu vahşet ve yıkım işini, Rusların çekilmesinden sonra Ermeniler yaptılar.”
ERZURUM
Şehirdeki Rus otoritesi dağılana kadar, Erzurum’daki Türklerin durumu, hiç değilse Osmanlı’nın doğusundaki diğer bölgelerde yaşayanların durumuna kıyasla daha iyiceydi. Rus yönetimi çözüldükçe Ermenilerin elinde kalan Türkler, ilk önceleri küçük düşürücü hakaretlere, arkasından adam kaçırmalarla hırsızlıklara ve en nihayetinde de katliamlarla ırza geçmelere maruz kaldılar. Türkler sokaklarda saldırıya uğruyorlardı, hattâ başıboş dolaşan Ermeni çetelerine karşı evlerinin içindeyken bile çok az güvendeydiler.
Erzurum’daki Müslümanların kıyımının son safhası 10 Şubat 1918’de başladı. O gün, zorunlu hizmette çalıştırılmak bahanesiyle çok sayıda Müslüman toplanarak, Erzurum şehri çıkışındaki Kars Kapısında üzerlerinde bulunan eşyaları çalındıktan sonra öldürüldüler. Şehirde ise evlere zorla girilmiş, gasp edilip yakılmış ve binlerce insan öldürülmüştü. Osmanlı yetkilileri, şehirde ve çevresinde öldürülenlerin sayısını 8.000 olarak hesapladılar. Bu yetkililer, Erzurum’u “harabeye dönmüş bir kent” diye betimlediler.
Osmanlı Ordusunun hızla yetişmesi, Erzurum’u muhtemelen daha büyük felaketlerden kurtardı. Osmanlı ordu birlikleri Erzurum’a girdiğinde, Ermeniler tarafından öldürülmüş binlerce Müslüman’ın cesediyle karşılaştılar. 12 Mart 1918’de şehrin geri alınmasından 20 Mart’a kadar geçen sürede Osmanlı askerleri, 2,127 erkek cesedi saymışlardı; aramaya ve tasnif etmeye devam ediyorlardı. Bunlar, Osmanlı’nın şehre girmesinden sonraki ilk 8 gün içinde, sadece şehir sınırları dâhilinde bulunan erkek cesetleriydi ve öldürülenlerin yalnızca bir kısmıydı.
KIRSAL KESİMLERDEKİ DURUM
Doğal olarak, köyler de Ermeni hücumlarından kurtulamamışlardı. Erzincan’daki Yüzbaşı Refik’in anlatımına göre; “Trabzon’dan Erzincan’a kadar, tüm köyler enkaz yığını halindeydiler”. Bu bir abartma olabilir, fakat Ermeni güçlerinin üstünden geçtiği Müslüman köyleri hakkında fikir vermektedir. Amerikan kaynaklarının da kanıtladığı gibi, Hıristiyan köylerine genellikle zarar verilmemişti.
En kötü tahribat, Ermenilerin Erzincan’dan Erzurum’a ve Trabzon’dan Erzurum’a doğru çekilme hatları üzerindeki köylerde oldu. Trabzon Erzurum hattındaki tahribattan, Rum çeteleri de kısmen sorumludurlar. Osmanlı askeri raporlarına göre, Erzincan bölgesindeki Ermeni çeteleri kaçmadan önce Yeniköy’de 20 evi yaktılar ve Aşkale’de 35 kişiyi öldürdüler. Hınıs’tan Köprüköy’e kaçan Ermeniler, yolları boyunca rastladıkları köylerde önlerine çıkan Müslümanların hepsini öldürdüler. Mamahatun (Tercan) kasabasında ve çevresindeki köylerde, yiyecek depoları harap edildi ve 400 Müslüman’ın katledildiği rapor edildi. Ermeni çeteleri, geri çekiliş yolları üzerindeki Müslüman köylerine çabucak dalıp, bulabildiklerini öldürdüler. Örneğin Tazegül köyü bir çete tarafından yakılmış ve 30 köylü öldürülmüştü. Benzeri olay, aynı yöredeki Öreni’de de tekrarlandı. Osmanlı Dâhiliye Nezareti de Yusufeli’nde 36, İspir’de 150 ve Köprüköy’de 85 Müslüman’ın katledildiğini bildirdi. Badıcıvan’da 200 kişi öldürülmüş 385 kişi ise yaralanmıştı.
Erzincan’ın kuzeyindeki köylerin durumu doğusundakilerin durumuna çok benziyordu. Bu köyler Rus istilası sırasında Ermeni çetelerinden çok çekmişlerdi, Ermenilerin geri çekilişi sırasında ise daha da çok azap çektiler. Köylerin harap edilmesi ile köylülerin öldürülmesinin yanı sıra, sağ kalanların yaşamlarını devam ettirebilmelerine de engel olunmuştu. Gelişip meyve verecek çağa gelmesi yıllar alan meyve ağaçları kesilip devrilmişti.
Ermeni asker ve çetelerinin geçtiği bölgelerde çok az Müslüman köyü ayakta durabildi. Köylüler ya dağlara kaçtılar ya da katledildiler. Olay yerinde bulunan Avusturya gazetecisi Dr. Stephan Eshnanie şöyle yazmıştı: “Trabzon’dan Erzincan’a ve Erzincan’dan Erzurum’a kadar tüm köyler harap edildi. Vahşice ve zalimce katledilen Türklerin cesetleri her tarafta saçılı vaziyette duruyor. Şu anda Erzurum’dayım ve gördüklerim korkunç. Neredeyse şehrin tamamı mahvedilmiş vaziyette. Cesetlerin kokusu, hala havaya hâkim…”
Kaçışan Müslüman mülteciler yolları tıkadılar. O yollarda sık sık hücuma uğrayıp öldürüldüler, kadınları kaçırıldı ve malları gasp edildi.
Ermeniler tarafından Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarında harabeye çevrilen Müslüman köylerinin listesi, katledilen insanların listesi gibi uzun olurdu. Bölgeler tümüyle, bilhassa geri çekilen Ermeni askerlerin yolları üzerindekiler yerle bir edilmişlerdi. Köyler yakılmış ve dinamitlenmiş, halkı ise kıyımdan geçirilmişti. Sadece yok etme yöntemleri farklılık gösteriyordu. Ermeniler tarafından, örneğin Erzurum’un kuzeyindeki Erkinis köyünde, 50 Müslüman öldürüldü. Kırsaldaki Hasankale kasabası yakılarak yerle bir edildi ve halkının kaçamayanları öldürüldü. Erzincan yakınındaki Salıpazar, Akkilise ve İnesil gibi köylerin halkı da Ermeniler tarafından uzun süre boyunca, yavaş yavaş katledilmişlerdi. Kükürtlü gibi 300 kişinin kıyımdan geçirildiğinin rapor edildiği köylerde ise Ermeniler kasabaya aniden at sürüp Müslüman yerlileri bir günde öldürmüşlerdi.
Osmanlı askerleri Doğu Anadolu’yu Ermenilerin elinden geri aldıklarında, dehşet verici görüntülerle karşılaştılar. Gördüklerini detaylı raporlarla anlattılar. Örneğin: “Ermeniler Erzurum’un kuzeyindeki Erkinis köyünden yaklaşık 50 Müslüman’ı alıp götürmüş ve katletmişlerdi… Hasankale ve çevresindeki köylerde Müslümanlar mermi, balta ve bıçaklarla öldürülmüşlerdi. Ermeniler tarafından bekâr kızlar tiksindirici şekilde istismar edilmiş ve bazıları da kaçırılmıştı…”
Ermenilerin geri çekilmesinden sonra, Doğu Anadolu’nun büyük kısmı adeta mezarlığa dönmüştü.
Kaynak: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ermenilerin-yaptigi-katliama-tarihci-bakisi-97081h.htm